YavuzFest - Yavuz Çetin'in Ruhuna Şarkılar...
Üniversitenin ikinci yılının başlarıydı. İstanbul'a küçük bir hafta sonu kaçamağı yapmıştım. İstanbul'da evinde kalacağım arkadaşım neredeyse 1 yıldır, "Amerika'dan gelmiş bir gitarist var burada barlarda çıkıyor. Acayip bir adam." deyip duruyordu. Bütün gün Beyoğlu sokaklarını arşınlayıp dolaştıktan sonra akşam beni bir bara götürdü (sanırım Kemancı'ydı ama hala ismi aklımda değil). 18 yaşına girmeden barlara girmiş ve oturup kalkmış olanlar bilir ki 18 yaşını geçince barda kendini biraz eski hisseder, "ağır abi" takılırsın. Hele biraz müzikle uğraşmış, bir kaç yerde çalmışsan kapıdan girince küçük dağları sen yaratmışsın gibi gider biraz arkada takılırsın ki sonradan mekan hakkında, çalanlar hakkında filan atıp tutabilesin. Biz de öyle yaptık tabii. Zaman geçti ve grup sahneye çıktı. Elinde bir Fender Stratocaster ile zayıf, uzun saçlı, hafif Amerikan yerlisi tipli birisini gösterdiler bana. "Bak işte Amerika'dan gelen adam bu diye." Grup "Merhaba" bile demeden birden bir şarkı çalmaya başladı. Ya Hendrix ya Cream'den şimdi net hatırlamıyorum. Şarkı devam ederken ilk solo ile birlikte ben yerimden doğrulup sahne önüne milleti yara yara geçmiştim. O zayıf, uzun saçlı ve benim yaşlarımdaki adam akıl almayacak şekilde gitar çalıyordu karşımda. Parça bitti ve aynı adam gayet güzel bir Türkçe ile "Merhaba, Hoş geldiniz." demesi ile bizim masadan kopan kahkahayı duydum. Hayatımın en büyük ve en keyifli keklenmelerinden biriydi. Karşımda "öküz gibi" gitar çalan adam Türk'tü ve adı Yavuz Çetin'di.
Yavuz Çetin'i hayatımda sadece bir kez sahnede seyrettim. O da böyle bir arkadaş aldatmacası sayesinde. Açıkçası, o güne kadar Moğollar'dan Cahit Berkay, Kurtalan Ekspres'den Bahadır Akkuzu ve Erkin Koray dışında Türkiye'den iyi gitarist çıkabileceğine daha doğrusu bu seviyede bir adamın çıkabileceğine pek ihtimal de vermiyordum. Bunun böyle olmadığını daha sonra geçen yıllar içinde öğrenecektim. Bunun başlangıcı ise işte bu ilginç geceydi.
YavuzFest'i ilk olarak 1-2 ay önce Rock FM'de bir programda duymuştum. Yavuz Çetin anısına bir gitar festivalinin planlandığını biliyordum. O dönemde konuşulan tarih de benim tatil planlarım ile çakıştığı için doğrusu öyle yoğun takip etmiyordum ki tatil bitip İstanbul'a döndüğüm gün yine radyoda kesinleşmiş tarihin 05 Temmuz olduğunu görünce sevindim. 1-2 ay önce bahsedilen kadronun büyük kısmı katılıyordu ve bazı ekler de vardı. Açıkçası, Rock dinliyorum diyen bir dinleyicinin kaçırmaması gereken bir festivaldi. Kadro ise şöyleydi:
Öğlen biletimi de alıp Küçükçiftlik Park'a vardım. Bilette kapı açılışı 14:30 yazıldığından biraz da oyalanarak 15:00 gibi Küçükçiftlik Park'daydım.Bu sefer erken geldim herkesi seyredeceğim diye düşünürken ve kapının dibinde park yeri de bulmuşken festivalin ilk ve tek golünü yedim. Kapılar 14:00'de açılmış ve Sahte Rakı sahne almıştı çoktan. Ben kapıdan girerken ise DJ set'den gayet sıkı parçalar çalınmaktaydı. Doğrusu, bu yıl Sahte Rakı'yı canlı seyretmek kısmet olmadı hala bana. Çocukla gidelim deyince açık hava performanslarını kovaladım ama o da iptallere denk geldi. Hadi burada seyrederim diyordum ama o da olmadı. Teselli ikramiyesi, kendisini hep hem tip hem videolarda seyrettiğim kadarıyla sahne tavrı olarak Ian Anderson'a benzettiğim grubun vokalisti Korhan Kodaman'la tanışmak oldu. Kendisine söz verdim kendisine bir yan flüt alacağım artık. Adam ciddi ciddi Ian Anderson'un gençliğine benziyor çünkü...
DJ set sonrasında sahnede eski Zaga Band'dan Tuncer Tunceli (gitar), Murat Çopur (bas), Berrak Pabuçcuoğlu (vokal), Orçun Sünear (vokal - Sattas grubundan), Erhan Tetik (davul), Burak Irmak (klavye) şeklinde bir ekip sahne aldı ve önce 2 blues parça ile Berrak Pabuçcu'nun vokaller ile başladılar. Sonra sahneye Orçun Sünear geldi ve reggie zamanı başladı. Önce bir Bob Marley geldi. Sonra da Moe Joe geldi ki sonunda klavyecinin yaptığı "şeyi" ("şey" diyorum çünkü uzundur bu şekilde çalan bir klavyeci görmedim diyebilirim) ciddi kıskandım. Açıkçası ben Tuncer'den bir şov beklerken klavyeci ortalığı dağıttı ve çok başarılı bir performans ortaya çıktı.
Buyrun niye "şey" dediğimi anlayın... Burak Irmak Klavye Şov - YavuzFest / K.çiftlik Park, 2014
Yukarıdaki gruptan sonra Serdar Öztop sahneye çıktı. Önce kendisinin bilinen enstrümantal parçalarından ikisini çaldı. Ardından da Yavuzcan Çetin sahneye çıktı ve beraber Jimi Hendrix çalmaya başladılar. Sonunda da Sweet Home Alabama ile tamamladılar. Serdar Öztop ile Yavuzcan Çetin'in Hendrix çalarken karşılıklı sololaşmaları gayet görülmesi gereken bir durumdu.
Serdar Öztop'dan 15-20 dk. sonra ise Volkan Başaran sahneye çıktı. Volkan Başaran pek bilinen birisi değildir. Eğer, Rock barlarda zaman geçirmemişseniz ya da albümlerin (eğer hala albüm alıyorsanız tabii ki) içinde teşekkür edilenler, çalanlar vs. listelerini benim gibi okumuyorsanız bu ismi pek bilmezsiniz. Ha bir de, 90'ların ortasında Ankara'da mekanlara uğramışsanız ya da İstanbul'a arada kaçıp barlarda kim çalıyor az çok gördüyseniz bilebileceğiniz birisidir. Herhalde bir çok insan onu Okan Bayülgen'in gitaristlerle yaptığı programdan hatırlayacaktır. Şu kadarı söyleyeyim, sahnede izlemiş bir insan olarak 10 numara gitaristtir. Sahnede de bunu kendi naifliği ve sessizliği içinde çok da güzel gösterdi. Önce elektrogitarla başladı ama işin en güzel ve orjinal tarafı ilk parçadan sonra steel gitarı eline alıp kendine ait çaldığı parçaydı. Bence, festivalin en güzel performanslarından biriydi.
Volkan Başaran - YavuzFest / Küçükçiftlik Park, 2014
Volkan Başaran'ın ardından 20 dk. DJ set devam etti. Ardından da benim en çok beklediğim, belki de kendi kendime en çok nostaljisini yaptığım grup daha doğrusu insan sahneye çıktı. Pilli Bebek, ya da Cem Kısmet ve Emre Yalçıntaş. Benim gibi 90'larda üniversite zamanlarını Ankara'da geçirip Rock dinleyenlerin mekanları belliydi. Sakarya'da Blues, Tunus Caddesi'nin hemen arkasında Nicy's, Tunus Caddesi'nin sonunda Roadhouse, Çevre Sokak'da Dorian Grey (şimdiki Manhattan) ve bir dönem de A Bar. Ancak, haftanın bir günü mutlaka Sakarya'da Nüans'a gidilir ve Pilli Bebek dinlenirdi. Cem Kısmet'in çaldığı sunburst Gibson Les Paul'da o yıllarda alınmıştır. Hatta ilk alındığı gün Nüans'a gelen gitarla her zaman yaptığı bardak şov gitara bir şey olmasın diye yapılmamıştı. Gitara dokunmak ise haşa haramdandı. Cem Kısmet benim gördüğüm en yetenekli gitaristlerdendir. Onu hep Gary Moore ya da Rory Gallacher'in Türkiye şubesi olarak görürüm nedense. Açıkçası, sahnede elinde Gibson Les Paul'u ile küçük bir bardak şovu yapmasını ve bir Gary Moore söylemesini (ki sesi de çok iyi gider Moore parçalarına) isterdim ama elinde 12 telli bir akustik gitarla sahnede görününce durumun gayet farklı olacağını anladım. Önce kendi parçalarından Berrak'ı sonra da Olsun'u çaldılar ve sahneden ayrıldılar. O kadarı bile beni Ankara'nın o soğuk kış gecelerinde Sakarya Caddesi'nin buz gibi sokaklarına, içilen biralara, yapılan muhabbetlere, cepte kalan son paramızla bira mı, eve gidiş mi diye düştüğümüz ikilemlere götürmeye yetti. Ama, hani bir Sakarya çalsaydınız sanki daha mı bir güzel olurdu? Olurdu ama o da akustik nasıl olurdu? Yine de Cem'i ve Pilli Bebek'i yine canlı dinlemek keyifliydi.
Pilli Bebek / Cem Kısmet - YavuzFest / Küçükçiftlik Park, 2014
Pilli Bebek'den sonra sahneye yine blues devraldı ve Tanju Eksek koltuk değnekleri ile sahneye çıktı. Ekipte yine Tuncel Tunceli vardı. Bu sefer bas gitar ve klavye değişmişti. Baba yadigarı Yavuzcan Çetin ile çaldılar ve söylediler. With The Little Help Of My Friends'i söylerken sanırım festivalin en duygusal zamanlarından biri yaşandı. Festivalin en güzel performanslarından biri de bu parçaydı zaten. Ben kaydedemedim ama bir yerlerde bulursanız bence kesinlikle izleyin. Özellikle, koltuk değneklerine rağmen parçanın sonunda dayanamayıp ayağa kalkması ve herkese bira "ısmarlaması" gayet güzel, eğlenceliydi. Bu arada dip not olarak söyleyebilirim ki bas gitar çalan kimse, Glenn Hudges'in gençliği sahneymiş gibi geldi bir an bana. İnanmıyorsanız aşağıdaki resme bir bakın derim.
Tanju Eksek Yavuzcan Çetin'le Sahnede ve Glenn Hudges'a Benzettiğim Basçımız...
Sahne el değiştirince Moğollar vardı sahnede. Sahneye gelip Dörde Özlem ile başladılar çalmaya. Sanırım Yavuz Çetin'e gönderilebilecek en anlamlı ağıtlardan biriydi bu parça. Sonra 68'lerden, grubun ilk günlerinden bir parça çaldılar. Sonra da Tamirci Çırağı geldi. Son olarak da Issızlığın Ortasında'yı Sivas'a el sallayarak çaldılar. Özellikle Serhat Ersöz'ün her iki parçadaki performansı ayrı ayrı mükemmeldi. Performansın sonunda Cem Karaca, Barış Manço, Engin Yörükoğlu ve tabii ki Yavuz Çetin'e Sivas'da katledilenler ile birlikte selamlarımızı gönderdik.
Moğollar'dan sonra sahneye Ogün Sanlısoy çıktı. Dön Evine, Bilmece dahil 3 parça ile sahnedeydi. Son parçalarında ise yine Yavuzcan Çetin'de eşlik etti ve sahneyi Aylin Aslım'a bıraktılar. Aylin Aslım'da İki Zavallı Kuş, Kızkaçıran, Sen Mi ve İçtim İçtim'i söyledi. Her iki performans da oldukça iyiydi. Bu arada konser alanındaki kalabalık da gittikçe büyümüştü. Sabah saatlerindeki 500-1000 kişi arasındaki kalabalık çoktan 3'e, 4'e katlanmıştı.
Sonra gece performansların beni en çok etkileyeni başladı. Sahnede Kurtalan Ekspres vardı. Sahneye Dönence ile çıktılar ve o andan itibaren sahnede bir enerji patlaması gerçekleşti. O kadar büyük bir enerji ile sahnedeydiler ki Ahmet Güvenç kendisine rahatsız olduğu için getirilen sandalyede sadece bir parçanın yarısında oturdu. Seyirci de grup da bir şekilde coşmuştu. Bu belki de festivalin enerjisini yeniden yükselten performanstı. On numara bir dönencenin arkasından Cem Karaca'ya bir selam göndererek Maden Ocağının Dibinde'ye geçtiler. Ben bu parçayı ayrı severim ve Hayko Cepkin'li kayıt da ayrı güzeldir. Ancak bu performanstaki enerji, vokaller (Can Bora Genç gayet iyiydi), gitarlar ile tam aradığım yoğunlukta ve enerjideydi. Umarım Soma'ya da bir selam olmuştur. Çünkü, Soma'daki katliam ne zaman aklıma gelse bu şarkı çalmaya başlar kafamda. Maden Ocağı'nın ardından grup Barış Manço'ya geri dönerek önce Kara Sevda ile tüm seyirciyi iyice havaya soktular sonra da Gülpembe ile Barış Manço, Cem Karaca, Bahadır Akkuzu ve Yavuz Çetin'e bir selam gönderildi. Grubun ve seyircinin enerjisi o kadar yüksekti ki hani bıraksak onlar tüm festivalin sonuna kadar çalabilir biz de dinleyebilirdik.
Kurtalan Ekspres - Dönence / YavuzFest - Küçükçiftlik Park, 2014
Kurtalan Ekspres'den sonra sahneye Fuat Güner çıktı. Yani MFÖ'nün F'si. Aslında, bu biraz da uzatmalı Kurtalan Ekspres gibi bir durum da oldu. Malum, Fuat Güner, MFÖ'den önce Kurtalan Ekspres'de 70'lerin başları ve sonlarında çeşitli dönemler gitar çalmıştır. MFÖ kurulduktan sonra da Yavuz Çetin kayıtlarda ve bir çok konserinde MFÖ'ye eşlik etmiştir. Bu yüzden, Fuat Güner belki de festivalin 90 öncesi Türk Rock müziği ile 90 sonrası Rock müziği arasındaki görünmez köprüyü de kurdu. Önce Sakın Gelme'yi sonra da Vurgun Yedim'i çaldı. Açıkçası, canlı vokal performansının albümündeki vokallere göre çok daha iyi olduğu görünce albümün neden öyle kaydedildiğine şaşırdım.
Bulutsuzluk Özlemi - Yine Düştük Yollara / YavuzFest - Küçükçiftlik Park, 2014
Fuat Güner'in ardından sahneye Bulutsuzluk Özlemi sahneye çıktı. Sahneye çıkarken de küçük bir sürprizi de vardı. Akın Eldes ve Deniz Demiröz beraber sahnedeydi. İşte bu tadından yenmeyecek bir durumdu. Akın Eldes benim gözümde Türkiye'deki en iyi 2-3 gitaristten biridir. Deniz Demiröz'ün de grupla çıkmaması bence biraz abes olurdu. Her ikisinin çıkması ise tabii ki şölen (eğer Akın Eldes'in gitarlarını daha çok duyabilseydik tabii). Bulutsuzluk Özlemi önce Ne Olursa Olsun'u çaldı. Ardından da Yine Düştük Yollara'ya geçtiler. Şarkının ortasında önce Deniz Demiröz, ardından Nejat Yavaşoğulları (evet Nejat Yavaşoğulları'da...) ve Akın Eldes'in karşılıklı sololarının olduğu bölüm açıkçası yeni bir enerji yüklemesiydi. En sonunda ise Sözlerimi Geri Alamam'a geçti ve sonunda Akın Eldes ve Deniz Demiröz coştukça coştu.
Bulutsuzluk Özlemi - Sözlerimi Geri Alamam / YavuzFest - Küçükçiftlik Park, 2014
Seyircinin enerjisinin Bulutsuzluk Özlemi ile tavan yapmasının ardından 10-15 dk. sahne durdu ve iyice karardı. Sıra Teoman'daydı. Sisler içinde iki spot altında elinde bir gitarla Teoman belirdi ve İstanbul'da Sonbahar'a başladı. ardında Paramparça'yı söyledi. Açıkçası, Teoman'ı hiç bir zaman çok sevemedim. Ancak, Kurtalan Ekspres ve Bulutsuzluk Özlemi ile iyice enerjisi artmış bir kalabalığa akustik bir performans sunarken o seyirciyi ele geçirişi ve yönlendirebilmesini kesinlikle taktir etmek gerekir. Tüm şarkıları seyirciler Teoman'la birlikte söylediler. Teoman'ın performansı da benim beklediğimin çok daha üzerindeydi ve iyiydi.
Gecenin son ağır topu ise Pentagram'dı. Teoman'ın akustik performansından sonra grup sahneye fırtına gibi girdi ve Bir'le ortalığı kendine getirdi. Sonra son albümlerinden Beyond Insanity'yi çaldı (ya da benim aklımda kalan bu şarkı diye olmuş). Sonra yine Türkçe'ye dönüp Geçmişin Yükü ile bir kez daha seyirciyi kavradılar. Son olarak da yine İngilizce parçalarından birini daha aldılar ve bu parçaya Yavuzcan Çetin'de eşlik etti. Özellikle parçanın sonunda Pentagram'ın gitaristi Metin Türkcan (ki bence o da Türkiye'nin en iyi 5 gitarcısından biridir) ile yapılan karşılıklı sololar çok çok iyiydi.
Pentagram - Bir / YavuzFest - Küçükçiftlik Park, 2014
Gecenin sonunda ise bizleri güzel sürprizler bekliyordu. Önce Yavuz Çetin'i anan kısa ve oldukça duygusal bir video gösterimi yapıldı. Sonra sahnede yine Tuncer Tunceli (gitar), Yavuzcan Çetin (vokal/gitar), Orçun Saraçoğlu (davul), Burak Güngörmüş (bas gitar) ve Emre Özbayraktar (klavye) sahneye çıktı (umarım isimleri doğru hatırlıyorumdur) ve Eric Clapton'dan Old Love'ı çalmaya başladılar. Blues ile başlayan gün önce anadolu rock, sonra hard rock, sonra alternatif rock en son heavy metal olmuş ama yine özüne blues rock ile bitiyordu. Bu ekibe daha sonra Batu Mutlugil ve Batuhan Mutlugil (Evet, Duman'ın gitaristi oluyor kendisi. Aynı zamanda Yavuz Çetin'in grup arkadaşı Batu Mutlugil'in de oğlu.) sahneye geldi ve Blue Blues Band festivali kapatmak için çalmaya başladı. Önce, Cream'dan Crossroads sonra da hendrix'den Voodoo Child ile devam ettiler. Daha sonra da 2 parça daha çalıp (ben onlar çalarken artık kapının yakınındaki arabamda belimi ve bacaklarımı sakinleştirmeye çalıştığımdan hangi parçalar olduğunu hayal meyal hatırlıyorum). Crossroads'da Voodoo Child'da her şeye açık parçalar olunca hem Batu Mutlugil, hem Batuhan Mutlugil hem de Yavuzcan Çetin Allah ne verdiyse çaldılar, çaldılar ve çaldılar.
Son söz olarak şunları söylemeliyim. Bir kere sabah az olan seyirci akşam üzeri ciddi şekilde arttı. Bunda kapıların önce 17:00'de açılacağı duyurulup daha sonra 14:30'da açılması da etkili oldu, ağır topların gece çıkacak olması da.Ancak, gerek öğlen, gerek akşam seyircisinin enerjisi çok yüksekti ve toplanan kalabalığın büyük kısmı neredeyse son parçaya kadar oradaydı. Seyirci sahneyi, sahne seyirciyi coşturmayı başardı. Tuncer Tunceli, Volkan Başaran, Cem Kısmet, Akın Eldes, Serdar Öztop, Batuhan Mutlugil, Batu Mutlugil ve Yavuzcan Çetin gibi çok iyi ama gerçekten çok iyi gitaristleri seyretme imkanı buldu herkes. Müzik yapmaya çalışan gençler belki de yeni bir iki şey öğrendi, benim gibi yaşı geçkin dinleyiciler de hem nostalji yaptı hem de bu kadar çok insanı bir kerede görebilme ve dinleyebilme imkanına kavuştu.
Bu bir gitar festivaliydi ama en az gitarcılar kadar klavyeciler de ön plandaydı. Moğollar'dan Serhat Ersöz, Emre Özbayraktar (umarım doğru isimdir, sahnede söylenenden aklımda kalan bu çünkü), Kurtalan Ekspres'den Bülent Güven ve tabii ki Burak Irmak öyle acayip şeyler yaptılar ki sahnede gerçekten kıskandım ve özendim. Ogün Sanlısoy'un deli davulcusu, Aylin Aslım'ın karizmatik basçısı, Ahmet Güvenç ve Taner Öngün'ün her zamanki o enerjik bas gitarları ama Murat Çopur'un o cool ve armonik bas çalışı hep akılda kalan şeyler oldu benim için. En ilginci de sahneye çıkan hemen hemen hiç bir gitarcının Fender Stratocaster kullanmamasıydı. Tuncer kullanmadı (ki elindeki Telacaster'a bayıldım), Cahit Berkay bazen kullanırdı, kullanmadı filan. Ben nedense Yavuz Çetin anısına herkes bir Strat çalar diyordum. Belki de onun Stratocaster'i sahnede olduğundan saygı amaçlı kullanmadılar, belki de denk gelmedi. Kim bilir?
Bu güzel ve özel bir festival oldu. En önemlisi festival gibi bir festival oldu. Emeği geçenlere, sahneye çıkıp çalanlara, destek verenlere herkesin teşekkür etmesi gerekir. Bu festivalin de aynı şevk ve enerjiyle devam etmesi en büyük isteğim. Zira bu kadar iyi müzisyeni bir arada görmek için kimse o kadar zaman harcayamaz, harcasa da böyle açık havada geniş geniş olmaz. Umarım Türkiye'de yapılan ama arkası getirilemeyen festivallerden biri olmaz da devam ettirilir ve biz de her yıl böyle keyifli bir zaman geçirir, yaşımıza matuf nostaljimizle coşar, yeni müzisyenleri tanıma imkanına sahip oluruz. Bu nedenle Yavuzcan Çetin'e de altına girdiği bu yükü başarıyla taşıdığı için kendi adıma teşekkür ederim. Sanırım tüm Türk rock severler de böyle yaparlardı.
Bu festival tabii ki ancak bizim gibi dinleyici kitlenin desteği ve oraya gitmesi ile devam edecektir. Bir sözüm de dinleyicilere olsun o zaman. Metallica'ya, Aerosmith'e, Dylan'a 100'lerce TL veriyorsan kendi ülkende ve en az o adamlar kadar yetenekli insanları da görmek, dinlemen ve onlara destek vermen gerekli. Çünkü bu ülkede Rock senin düşündüğünden çok daha eski (inanmıyorsan biraz kitap oku, 68-72 arası çıkan albümleri, besteleri o dönemdeki yabancı albümler ve parçalarla karşılaştır ve bazılarının nasıl onlardan bile önce yapılmış olduğunu bir gör) ve yeni insanların bu müziği yapması için onların bize ulaşması gerek. Bu tür festivaller, bilinen ile bilinmeyen ve görülmesi gereken yetenekleri ortaya çıkartacak, senin/benim görmemizi sağlayacak tek etkinlik. 30 TL değil de 60 TL ver ama ver. Bu müzik devam edebildikçe bu ülkede hala bir yaşama umudumuz olabilir çünkü.
Normalde blogda her konser vs. sonrası not veririm ama burada bunu yapmayacağım. İki nedeni var. Birincisi her performans çok değerliydi ve gerçekten iyiydi. İkincisi ise sahnede emek gösteren her bir müzisyen yapabileceğinin iyisi için tüm çabasını gösterdi. Seyircinin samimiyeti, ilgisi ve enerjisi ile tüm grup ve müzisyenlerin enerjisi ve iştahı bir araya geldi ve gayet amatör ruhlu bir performanslar geçidi yaşadık. Açıkçası, lise ve üniversite dönemlerimdeki o Rock bar havasını bir daha yaşadım. Böyle bir çabayı notlamak ne bana ne başkasına düşmez. Bu yüzden emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Yavuz Çetin'in de ruhu şad olsun. Sanırım, tam onun karakterine uygun, ruhu ve enerjisi olan bir gün yaşadık.
Yavuz Çetin'i hayatımda sadece bir kez sahnede seyrettim. O da böyle bir arkadaş aldatmacası sayesinde. Açıkçası, o güne kadar Moğollar'dan Cahit Berkay, Kurtalan Ekspres'den Bahadır Akkuzu ve Erkin Koray dışında Türkiye'den iyi gitarist çıkabileceğine daha doğrusu bu seviyede bir adamın çıkabileceğine pek ihtimal de vermiyordum. Bunun böyle olmadığını daha sonra geçen yıllar içinde öğrenecektim. Bunun başlangıcı ise işte bu ilginç geceydi.
YavuzFest'i ilk olarak 1-2 ay önce Rock FM'de bir programda duymuştum. Yavuz Çetin anısına bir gitar festivalinin planlandığını biliyordum. O dönemde konuşulan tarih de benim tatil planlarım ile çakıştığı için doğrusu öyle yoğun takip etmiyordum ki tatil bitip İstanbul'a döndüğüm gün yine radyoda kesinleşmiş tarihin 05 Temmuz olduğunu görünce sevindim. 1-2 ay önce bahsedilen kadronun büyük kısmı katılıyordu ve bazı ekler de vardı. Açıkçası, Rock dinliyorum diyen bir dinleyicinin kaçırmaması gereken bir festivaldi. Kadro ise şöyleydi:
- Pentagram
- Aylin Aslım
- Ogün Sanlısoy
- TT Blues Band
- Sahte Rakı
- Pilli Bebek
- Kurtalan Ekspres
- Moğollar
- Bulutsuzluk Özlemi
- Teoman
- Fuat Güner
Öğlen biletimi de alıp Küçükçiftlik Park'a vardım. Bilette kapı açılışı 14:30 yazıldığından biraz da oyalanarak 15:00 gibi Küçükçiftlik Park'daydım.Bu sefer erken geldim herkesi seyredeceğim diye düşünürken ve kapının dibinde park yeri de bulmuşken festivalin ilk ve tek golünü yedim. Kapılar 14:00'de açılmış ve Sahte Rakı sahne almıştı çoktan. Ben kapıdan girerken ise DJ set'den gayet sıkı parçalar çalınmaktaydı. Doğrusu, bu yıl Sahte Rakı'yı canlı seyretmek kısmet olmadı hala bana. Çocukla gidelim deyince açık hava performanslarını kovaladım ama o da iptallere denk geldi. Hadi burada seyrederim diyordum ama o da olmadı. Teselli ikramiyesi, kendisini hep hem tip hem videolarda seyrettiğim kadarıyla sahne tavrı olarak Ian Anderson'a benzettiğim grubun vokalisti Korhan Kodaman'la tanışmak oldu. Kendisine söz verdim kendisine bir yan flüt alacağım artık. Adam ciddi ciddi Ian Anderson'un gençliğine benziyor çünkü...
DJ set sonrasında sahnede eski Zaga Band'dan Tuncer Tunceli (gitar), Murat Çopur (bas), Berrak Pabuçcuoğlu (vokal), Orçun Sünear (vokal - Sattas grubundan), Erhan Tetik (davul), Burak Irmak (klavye) şeklinde bir ekip sahne aldı ve önce 2 blues parça ile Berrak Pabuçcu'nun vokaller ile başladılar. Sonra sahneye Orçun Sünear geldi ve reggie zamanı başladı. Önce bir Bob Marley geldi. Sonra da Moe Joe geldi ki sonunda klavyecinin yaptığı "şeyi" ("şey" diyorum çünkü uzundur bu şekilde çalan bir klavyeci görmedim diyebilirim) ciddi kıskandım. Açıkçası ben Tuncer'den bir şov beklerken klavyeci ortalığı dağıttı ve çok başarılı bir performans ortaya çıktı.
Yukarıdaki gruptan sonra Serdar Öztop sahneye çıktı. Önce kendisinin bilinen enstrümantal parçalarından ikisini çaldı. Ardından da Yavuzcan Çetin sahneye çıktı ve beraber Jimi Hendrix çalmaya başladılar. Sonunda da Sweet Home Alabama ile tamamladılar. Serdar Öztop ile Yavuzcan Çetin'in Hendrix çalarken karşılıklı sololaşmaları gayet görülmesi gereken bir durumdu.
Serdar Öztop'dan 15-20 dk. sonra ise Volkan Başaran sahneye çıktı. Volkan Başaran pek bilinen birisi değildir. Eğer, Rock barlarda zaman geçirmemişseniz ya da albümlerin (eğer hala albüm alıyorsanız tabii ki) içinde teşekkür edilenler, çalanlar vs. listelerini benim gibi okumuyorsanız bu ismi pek bilmezsiniz. Ha bir de, 90'ların ortasında Ankara'da mekanlara uğramışsanız ya da İstanbul'a arada kaçıp barlarda kim çalıyor az çok gördüyseniz bilebileceğiniz birisidir. Herhalde bir çok insan onu Okan Bayülgen'in gitaristlerle yaptığı programdan hatırlayacaktır. Şu kadarı söyleyeyim, sahnede izlemiş bir insan olarak 10 numara gitaristtir. Sahnede de bunu kendi naifliği ve sessizliği içinde çok da güzel gösterdi. Önce elektrogitarla başladı ama işin en güzel ve orjinal tarafı ilk parçadan sonra steel gitarı eline alıp kendine ait çaldığı parçaydı. Bence, festivalin en güzel performanslarından biriydi.
Volkan Başaran'ın ardından 20 dk. DJ set devam etti. Ardından da benim en çok beklediğim, belki de kendi kendime en çok nostaljisini yaptığım grup daha doğrusu insan sahneye çıktı. Pilli Bebek, ya da Cem Kısmet ve Emre Yalçıntaş. Benim gibi 90'larda üniversite zamanlarını Ankara'da geçirip Rock dinleyenlerin mekanları belliydi. Sakarya'da Blues, Tunus Caddesi'nin hemen arkasında Nicy's, Tunus Caddesi'nin sonunda Roadhouse, Çevre Sokak'da Dorian Grey (şimdiki Manhattan) ve bir dönem de A Bar. Ancak, haftanın bir günü mutlaka Sakarya'da Nüans'a gidilir ve Pilli Bebek dinlenirdi. Cem Kısmet'in çaldığı sunburst Gibson Les Paul'da o yıllarda alınmıştır. Hatta ilk alındığı gün Nüans'a gelen gitarla her zaman yaptığı bardak şov gitara bir şey olmasın diye yapılmamıştı. Gitara dokunmak ise haşa haramdandı. Cem Kısmet benim gördüğüm en yetenekli gitaristlerdendir. Onu hep Gary Moore ya da Rory Gallacher'in Türkiye şubesi olarak görürüm nedense. Açıkçası, sahnede elinde Gibson Les Paul'u ile küçük bir bardak şovu yapmasını ve bir Gary Moore söylemesini (ki sesi de çok iyi gider Moore parçalarına) isterdim ama elinde 12 telli bir akustik gitarla sahnede görününce durumun gayet farklı olacağını anladım. Önce kendi parçalarından Berrak'ı sonra da Olsun'u çaldılar ve sahneden ayrıldılar. O kadarı bile beni Ankara'nın o soğuk kış gecelerinde Sakarya Caddesi'nin buz gibi sokaklarına, içilen biralara, yapılan muhabbetlere, cepte kalan son paramızla bira mı, eve gidiş mi diye düştüğümüz ikilemlere götürmeye yetti. Ama, hani bir Sakarya çalsaydınız sanki daha mı bir güzel olurdu? Olurdu ama o da akustik nasıl olurdu? Yine de Cem'i ve Pilli Bebek'i yine canlı dinlemek keyifliydi.
Pilli Bebek'den sonra sahneye yine blues devraldı ve Tanju Eksek koltuk değnekleri ile sahneye çıktı. Ekipte yine Tuncel Tunceli vardı. Bu sefer bas gitar ve klavye değişmişti. Baba yadigarı Yavuzcan Çetin ile çaldılar ve söylediler. With The Little Help Of My Friends'i söylerken sanırım festivalin en duygusal zamanlarından biri yaşandı. Festivalin en güzel performanslarından biri de bu parçaydı zaten. Ben kaydedemedim ama bir yerlerde bulursanız bence kesinlikle izleyin. Özellikle, koltuk değneklerine rağmen parçanın sonunda dayanamayıp ayağa kalkması ve herkese bira "ısmarlaması" gayet güzel, eğlenceliydi. Bu arada dip not olarak söyleyebilirim ki bas gitar çalan kimse, Glenn Hudges'in gençliği sahneymiş gibi geldi bir an bana. İnanmıyorsanız aşağıdaki resme bir bakın derim.
Tanju Eksek Yavuzcan Çetin'le Sahnede ve Glenn Hudges'a Benzettiğim Basçımız...
Sahne el değiştirince Moğollar vardı sahnede. Sahneye gelip Dörde Özlem ile başladılar çalmaya. Sanırım Yavuz Çetin'e gönderilebilecek en anlamlı ağıtlardan biriydi bu parça. Sonra 68'lerden, grubun ilk günlerinden bir parça çaldılar. Sonra da Tamirci Çırağı geldi. Son olarak da Issızlığın Ortasında'yı Sivas'a el sallayarak çaldılar. Özellikle Serhat Ersöz'ün her iki parçadaki performansı ayrı ayrı mükemmeldi. Performansın sonunda Cem Karaca, Barış Manço, Engin Yörükoğlu ve tabii ki Yavuz Çetin'e Sivas'da katledilenler ile birlikte selamlarımızı gönderdik.
Moğollar'dan sonra sahneye Ogün Sanlısoy çıktı. Dön Evine, Bilmece dahil 3 parça ile sahnedeydi. Son parçalarında ise yine Yavuzcan Çetin'de eşlik etti ve sahneyi Aylin Aslım'a bıraktılar. Aylin Aslım'da İki Zavallı Kuş, Kızkaçıran, Sen Mi ve İçtim İçtim'i söyledi. Her iki performans da oldukça iyiydi. Bu arada konser alanındaki kalabalık da gittikçe büyümüştü. Sabah saatlerindeki 500-1000 kişi arasındaki kalabalık çoktan 3'e, 4'e katlanmıştı.
Sonra gece performansların beni en çok etkileyeni başladı. Sahnede Kurtalan Ekspres vardı. Sahneye Dönence ile çıktılar ve o andan itibaren sahnede bir enerji patlaması gerçekleşti. O kadar büyük bir enerji ile sahnedeydiler ki Ahmet Güvenç kendisine rahatsız olduğu için getirilen sandalyede sadece bir parçanın yarısında oturdu. Seyirci de grup da bir şekilde coşmuştu. Bu belki de festivalin enerjisini yeniden yükselten performanstı. On numara bir dönencenin arkasından Cem Karaca'ya bir selam göndererek Maden Ocağının Dibinde'ye geçtiler. Ben bu parçayı ayrı severim ve Hayko Cepkin'li kayıt da ayrı güzeldir. Ancak bu performanstaki enerji, vokaller (Can Bora Genç gayet iyiydi), gitarlar ile tam aradığım yoğunlukta ve enerjideydi. Umarım Soma'ya da bir selam olmuştur. Çünkü, Soma'daki katliam ne zaman aklıma gelse bu şarkı çalmaya başlar kafamda. Maden Ocağı'nın ardından grup Barış Manço'ya geri dönerek önce Kara Sevda ile tüm seyirciyi iyice havaya soktular sonra da Gülpembe ile Barış Manço, Cem Karaca, Bahadır Akkuzu ve Yavuz Çetin'e bir selam gönderildi. Grubun ve seyircinin enerjisi o kadar yüksekti ki hani bıraksak onlar tüm festivalin sonuna kadar çalabilir biz de dinleyebilirdik.
Kurtalan Ekspres'den sonra sahneye Fuat Güner çıktı. Yani MFÖ'nün F'si. Aslında, bu biraz da uzatmalı Kurtalan Ekspres gibi bir durum da oldu. Malum, Fuat Güner, MFÖ'den önce Kurtalan Ekspres'de 70'lerin başları ve sonlarında çeşitli dönemler gitar çalmıştır. MFÖ kurulduktan sonra da Yavuz Çetin kayıtlarda ve bir çok konserinde MFÖ'ye eşlik etmiştir. Bu yüzden, Fuat Güner belki de festivalin 90 öncesi Türk Rock müziği ile 90 sonrası Rock müziği arasındaki görünmez köprüyü de kurdu. Önce Sakın Gelme'yi sonra da Vurgun Yedim'i çaldı. Açıkçası, canlı vokal performansının albümündeki vokallere göre çok daha iyi olduğu görünce albümün neden öyle kaydedildiğine şaşırdım.
Fuat Güner'in ardından sahneye Bulutsuzluk Özlemi sahneye çıktı. Sahneye çıkarken de küçük bir sürprizi de vardı. Akın Eldes ve Deniz Demiröz beraber sahnedeydi. İşte bu tadından yenmeyecek bir durumdu. Akın Eldes benim gözümde Türkiye'deki en iyi 2-3 gitaristten biridir. Deniz Demiröz'ün de grupla çıkmaması bence biraz abes olurdu. Her ikisinin çıkması ise tabii ki şölen (eğer Akın Eldes'in gitarlarını daha çok duyabilseydik tabii). Bulutsuzluk Özlemi önce Ne Olursa Olsun'u çaldı. Ardından da Yine Düştük Yollara'ya geçtiler. Şarkının ortasında önce Deniz Demiröz, ardından Nejat Yavaşoğulları (evet Nejat Yavaşoğulları'da...) ve Akın Eldes'in karşılıklı sololarının olduğu bölüm açıkçası yeni bir enerji yüklemesiydi. En sonunda ise Sözlerimi Geri Alamam'a geçti ve sonunda Akın Eldes ve Deniz Demiröz coştukça coştu.
Seyircinin enerjisinin Bulutsuzluk Özlemi ile tavan yapmasının ardından 10-15 dk. sahne durdu ve iyice karardı. Sıra Teoman'daydı. Sisler içinde iki spot altında elinde bir gitarla Teoman belirdi ve İstanbul'da Sonbahar'a başladı. ardında Paramparça'yı söyledi. Açıkçası, Teoman'ı hiç bir zaman çok sevemedim. Ancak, Kurtalan Ekspres ve Bulutsuzluk Özlemi ile iyice enerjisi artmış bir kalabalığa akustik bir performans sunarken o seyirciyi ele geçirişi ve yönlendirebilmesini kesinlikle taktir etmek gerekir. Tüm şarkıları seyirciler Teoman'la birlikte söylediler. Teoman'ın performansı da benim beklediğimin çok daha üzerindeydi ve iyiydi.
Gecenin son ağır topu ise Pentagram'dı. Teoman'ın akustik performansından sonra grup sahneye fırtına gibi girdi ve Bir'le ortalığı kendine getirdi. Sonra son albümlerinden Beyond Insanity'yi çaldı (ya da benim aklımda kalan bu şarkı diye olmuş). Sonra yine Türkçe'ye dönüp Geçmişin Yükü ile bir kez daha seyirciyi kavradılar. Son olarak da yine İngilizce parçalarından birini daha aldılar ve bu parçaya Yavuzcan Çetin'de eşlik etti. Özellikle parçanın sonunda Pentagram'ın gitaristi Metin Türkcan (ki bence o da Türkiye'nin en iyi 5 gitarcısından biridir) ile yapılan karşılıklı sololar çok çok iyiydi.
Gecenin sonunda ise bizleri güzel sürprizler bekliyordu. Önce Yavuz Çetin'i anan kısa ve oldukça duygusal bir video gösterimi yapıldı. Sonra sahnede yine Tuncer Tunceli (gitar), Yavuzcan Çetin (vokal/gitar), Orçun Saraçoğlu (davul), Burak Güngörmüş (bas gitar) ve Emre Özbayraktar (klavye) sahneye çıktı (umarım isimleri doğru hatırlıyorumdur) ve Eric Clapton'dan Old Love'ı çalmaya başladılar. Blues ile başlayan gün önce anadolu rock, sonra hard rock, sonra alternatif rock en son heavy metal olmuş ama yine özüne blues rock ile bitiyordu. Bu ekibe daha sonra Batu Mutlugil ve Batuhan Mutlugil (Evet, Duman'ın gitaristi oluyor kendisi. Aynı zamanda Yavuz Çetin'in grup arkadaşı Batu Mutlugil'in de oğlu.) sahneye geldi ve Blue Blues Band festivali kapatmak için çalmaya başladı. Önce, Cream'dan Crossroads sonra da hendrix'den Voodoo Child ile devam ettiler. Daha sonra da 2 parça daha çalıp (ben onlar çalarken artık kapının yakınındaki arabamda belimi ve bacaklarımı sakinleştirmeye çalıştığımdan hangi parçalar olduğunu hayal meyal hatırlıyorum). Crossroads'da Voodoo Child'da her şeye açık parçalar olunca hem Batu Mutlugil, hem Batuhan Mutlugil hem de Yavuzcan Çetin Allah ne verdiyse çaldılar, çaldılar ve çaldılar.
Son söz olarak şunları söylemeliyim. Bir kere sabah az olan seyirci akşam üzeri ciddi şekilde arttı. Bunda kapıların önce 17:00'de açılacağı duyurulup daha sonra 14:30'da açılması da etkili oldu, ağır topların gece çıkacak olması da.Ancak, gerek öğlen, gerek akşam seyircisinin enerjisi çok yüksekti ve toplanan kalabalığın büyük kısmı neredeyse son parçaya kadar oradaydı. Seyirci sahneyi, sahne seyirciyi coşturmayı başardı. Tuncer Tunceli, Volkan Başaran, Cem Kısmet, Akın Eldes, Serdar Öztop, Batuhan Mutlugil, Batu Mutlugil ve Yavuzcan Çetin gibi çok iyi ama gerçekten çok iyi gitaristleri seyretme imkanı buldu herkes. Müzik yapmaya çalışan gençler belki de yeni bir iki şey öğrendi, benim gibi yaşı geçkin dinleyiciler de hem nostalji yaptı hem de bu kadar çok insanı bir kerede görebilme ve dinleyebilme imkanına kavuştu.
Bu bir gitar festivaliydi ama en az gitarcılar kadar klavyeciler de ön plandaydı. Moğollar'dan Serhat Ersöz, Emre Özbayraktar (umarım doğru isimdir, sahnede söylenenden aklımda kalan bu çünkü), Kurtalan Ekspres'den Bülent Güven ve tabii ki Burak Irmak öyle acayip şeyler yaptılar ki sahnede gerçekten kıskandım ve özendim. Ogün Sanlısoy'un deli davulcusu, Aylin Aslım'ın karizmatik basçısı, Ahmet Güvenç ve Taner Öngün'ün her zamanki o enerjik bas gitarları ama Murat Çopur'un o cool ve armonik bas çalışı hep akılda kalan şeyler oldu benim için. En ilginci de sahneye çıkan hemen hemen hiç bir gitarcının Fender Stratocaster kullanmamasıydı. Tuncer kullanmadı (ki elindeki Telacaster'a bayıldım), Cahit Berkay bazen kullanırdı, kullanmadı filan. Ben nedense Yavuz Çetin anısına herkes bir Strat çalar diyordum. Belki de onun Stratocaster'i sahnede olduğundan saygı amaçlı kullanmadılar, belki de denk gelmedi. Kim bilir?
Bu güzel ve özel bir festival oldu. En önemlisi festival gibi bir festival oldu. Emeği geçenlere, sahneye çıkıp çalanlara, destek verenlere herkesin teşekkür etmesi gerekir. Bu festivalin de aynı şevk ve enerjiyle devam etmesi en büyük isteğim. Zira bu kadar iyi müzisyeni bir arada görmek için kimse o kadar zaman harcayamaz, harcasa da böyle açık havada geniş geniş olmaz. Umarım Türkiye'de yapılan ama arkası getirilemeyen festivallerden biri olmaz da devam ettirilir ve biz de her yıl böyle keyifli bir zaman geçirir, yaşımıza matuf nostaljimizle coşar, yeni müzisyenleri tanıma imkanına sahip oluruz. Bu nedenle Yavuzcan Çetin'e de altına girdiği bu yükü başarıyla taşıdığı için kendi adıma teşekkür ederim. Sanırım tüm Türk rock severler de böyle yaparlardı.
Bu festival tabii ki ancak bizim gibi dinleyici kitlenin desteği ve oraya gitmesi ile devam edecektir. Bir sözüm de dinleyicilere olsun o zaman. Metallica'ya, Aerosmith'e, Dylan'a 100'lerce TL veriyorsan kendi ülkende ve en az o adamlar kadar yetenekli insanları da görmek, dinlemen ve onlara destek vermen gerekli. Çünkü bu ülkede Rock senin düşündüğünden çok daha eski (inanmıyorsan biraz kitap oku, 68-72 arası çıkan albümleri, besteleri o dönemdeki yabancı albümler ve parçalarla karşılaştır ve bazılarının nasıl onlardan bile önce yapılmış olduğunu bir gör) ve yeni insanların bu müziği yapması için onların bize ulaşması gerek. Bu tür festivaller, bilinen ile bilinmeyen ve görülmesi gereken yetenekleri ortaya çıkartacak, senin/benim görmemizi sağlayacak tek etkinlik. 30 TL değil de 60 TL ver ama ver. Bu müzik devam edebildikçe bu ülkede hala bir yaşama umudumuz olabilir çünkü.
Normalde blogda her konser vs. sonrası not veririm ama burada bunu yapmayacağım. İki nedeni var. Birincisi her performans çok değerliydi ve gerçekten iyiydi. İkincisi ise sahnede emek gösteren her bir müzisyen yapabileceğinin iyisi için tüm çabasını gösterdi. Seyircinin samimiyeti, ilgisi ve enerjisi ile tüm grup ve müzisyenlerin enerjisi ve iştahı bir araya geldi ve gayet amatör ruhlu bir performanslar geçidi yaşadık. Açıkçası, lise ve üniversite dönemlerimdeki o Rock bar havasını bir daha yaşadım. Böyle bir çabayı notlamak ne bana ne başkasına düşmez. Bu yüzden emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Yavuz Çetin'in de ruhu şad olsun. Sanırım, tam onun karakterine uygun, ruhu ve enerjisi olan bir gün yaşadık.
Yorumlar
Yorum Gönder