Uriah Heep ile İstanbul'da Bir Gece... Ya da Hard Rock Tarihiyle Bir Gece....
9 Şubat günü tüm gün saha ekipleri ile birlikte ev ev gezmeden önce ekiplerin ziyaret planlamalarının son hallerini kontrol ederken her zamana yaptığım gibi güne Twitter'da bir merhaba şarkısı paylaşarak başlamıştım; Uriah Heep'in Shadow'unu. İşte o paylaşımdan dakikalar sonra gelen bir cevapla günün rengi değişiverdi. Paylaştığım şarkıyı görenlerden biri bana Uriah Heep'in Türkiye'ye gelecek olduğunu söylüyordu. O ana kadar duymamıştım geleceklerini. Özellikle son ekonomik durum, kurlar vs. nedeni ile bu yıl ülkeye pek fazla yabancı grubun geleceğine ihtimal vermediğimden konser programlarını da eskisi kadar sıkı takip etmiyordum zaten. O yüzden bu haber beni biraz da şaşırtmıştı. Bu tür durumlarda artık herkesin "bir bilen"i olan Google Dede Hazreteleri'ne "Uriah Heep İstanbul" diye yazıp arattığım anda ise daha büyük bir şaşkınlık yaşayacağımı hiç tahmin etmemiştim. Konser yarındı!
O günkü iş curcunası içinde biletler bir çırpıda alınmıştı tabii ki. 2004'de geldiklerinde Park Orman'daki konser harika geçmişti. Bu konserden de pek şüphe duymuyordum bu yüzden. 2004'deki o konserde Berine Shaw'ın Gypsy ve July Morning'deki performansı inanılmaz derece iyiydi. Hakeza Phil Lanzon'ın performansı da harikaydı. Bilet bulabilmeme ise şaşırmadım desem yalan olur. Zira, geçen yıl Camel Türkiye'ye geldiğinde biletler kapanın elinde kalmıştı. O yüzden bilet bulabileceğimden hiç emin değildim. Ancak siteye girdiğimde gördüm ki bol bol bilet bulunmaktaydı. Belli ki konser pek de iyi duyurulmamıştı. Hadi ben atladım ama bana konseri haber veren arkadaşımın da konserin tarihinden haberi yoktu. Ben bunu Twitter'da yazında emin olun rock dinleyen ve seven daha kötüsü Uriah Heep kimdir, nedir pek de iyi bilen onlarca insanın da konserden haberdar olmadığını anladım. Ortada bir organizasyon beceriksizliğinin olduğu aşikardı ancak bu beceriksizliğin daha da büyüyeceğini bilmiyordum tabii ki.
Uriah Heep'e bilet bulmanın avantajını uzun süredir hayalini kurduğum bir başka hayali gerçekleştirmek için kullandım tabii ki. Kızıma rock tarihinin temel taşlarından biri olan bir grubu kanlı canlı seyrettirmek. Baktım bilet bol, maaile aldım biletleri. Her ne kadar bir tarafım "Ulan rock müzik tarihinin en efsane gruplarından, Hard Rock/Heavy Metal'in kurucusu olarak kabul edilen 4 gruptan biri olan grup geliyor, Camel'in biletleri yok satıyor ama bu adamların biletleri bitmemiş. Bu nasıl bir acayipliktir." diyerek sinirden hop oturup hop kalksa da diğer tarafım aldığım üç bilet ve bir sonraki gün bir hayalimi gerçekleştireceğime dair sevinç ile hop oturup hop kalkıyordu. Ancak, hayalimin gerçekleşemeyeceğ,ni nasıl bilebilirdim ki?
Konser günü 2003 konserinde aldığım Heep t-shirt'ünü kotumun üzerine giyip bir de üstüne kot gömleğimi geçirerek konser kostümümü de tamamlayarak hazırlıklarımı tamamlamıştım. Tüm aile Zorlu Performans Sanatları'na ulaşıp konser gişesinden biletleri almaya gittiğimizde ilk sürprizle karşılaştık. Konserin başlama saati 23:00 olmuştu. İsterseniz biletlerinizi iade edebilirsiniz diyordu gişedeki genç arkadaş. "Bana bak genç oğlan. Ben kızımla Uriah Heep izleyeceğim. O biletleri alırken seni odunla döverim." demek istesem de "Biletleri alalım bekleyeceğiz." dedim sadece. Eşime de dönüp "Kesin cihazlar gümrükte takıldı. Bu konser bu gece olmayabilir." dediğimi de hatırlıyorum tabii. Hay dilimi eşek arısı soksaydı. Güzel bir yemek sonrası PSM önüne geldiğimizde eşime söylediğim neden dev ekranlarda akıtılıyordu. Konser bir gün sonraya ertelenmişti. İsteyenler biletlerini konser gişesi ya da satın aldıkları kanaldan iade etme hakkına sahipti. Organizasyon beceriksizliği sadece konserin duyurulması ile kalmamış, arşa vararak ekipmanın gümrükten çekilememesine ve konserin ertelenmesine kadar uzanmıştı. Ancak bir sonraki gün benim bu konseri kızım ve eşim ile izleme şansımız yoktu ki. O yüzden paşa paşa iki bilet geri verdik ve benim bir hayalim daha bir başka bahara kaldı.
Bu janti beyefendi Uriah Heep için gelmemişti büyük ihtimalle ama olsun...
Ertesi gün ise en azından ben vuslata erecektim tabii ki. O yüzden bir gün önce sabahtan itibaren üstümden çıkartmadığım konser üniformamı çantama koyup öyle gittim işe. Pazar hiç yaşanmamış gibi Pazartesi gecesi için kendimi bu şekilde motive edecektim.
İşte 2003 Uriah Heep konser t-shirt'üm ve konser kostümüm...
Konsere az bir zaman kala elimde biram ile salondaki yerimi almıştım artık. Neyse ki PSM'nin yarısından fazlası doluydu. Bu kadar organizasyon rezaletinden sonra bu kalabalığı iyi olarak görmek gerekti tabii ki ama insan yine de gelen grubun tarihini, hadi onu geçtim son albümlerinin ne kadar sağlam bir albüm olduğunu düşününce salonun dolmamış olmasına kızmamak da elde değildi hani. Ancak, canımı sıkacak şeylerle kafamı meşgul etmek yerine konsere ve Heep'e odaklanmaya karar vermiştim. Son ayarlamalar yapılıyordu artık sahnede. Arada gitar asistanları, davul asistanları sahnede son ayarlamaları yapıyor, seyirci de 50 yıllık bir hikayenin 21. yüzyıla ait kısmına hazırlanıyordu kendince.
Ortalık karışmadan önce...
Konserden beklentim özellikle yeni çıkardıkları albüm nedeniyle daha yüksekti. Living the Dream bence 2018'de çıkan en sağlam hard rock albümlerinden biri. Albümü ilk dinlediğimde arka arkaya 4 şarkıyı (Grazed by Heaven, Living the Dream, Take Away My Soul ve Knocking at My Door) dinleyince "Oha! N'oluyo lan? Bu adamlar ne yiyip içiyorsa aynını istiyorum." dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Zira, korkunç bir enerji, çok sağlam ritm ve melodi örgüleri, Uriah Heep'in 70'lerdeki progresifden heavy metal'e kadar uzanan yelpazedeki müziğinin tüm unsurlarını bir araya getirmiş parçalardı bunlar. Yeni bir şarkı matematiği, yeni bir müzik dili kurmasını beklemek zaten büyük bir ahmaklık olurdu ama Mick Box 70'ini geçmiş, Lanzon 70'ine merdiven dayamışken (Bernie Shaw bile 62 yaşında) bu kadar yüksek enerji ve rafine bir müzik karşısında insan afallıyor ister istemez. En azından ben afallamıştım dinlediğimde albümü. O yüzden konserin ve Uriah Heep'in enerjisinin yıllara rağmen yüksek olacağını tahmin ediyordum. Bu konuda beni pek yanıltmadılar. Bana "N'oluyoruz yahu" dedirten o 4 şarkı da zaten canlı canlı icra edildi. Konsere de zaten yeni albümün açılış şarkısı olan Grazed by Heaven ile dumanlar ve parlak ışıklar eşliğinde zımba gibi başladılar.
Ortalık karışmaya başlarken...
Grazed by Heaven'ın ardından grup bir anda bizi 43 yıl geriye, 70'lerin ortasına, 1975'e götürdü Return to Fantasy ile. Bunda tabii ki garipsenecek bir şey olamazdı. Zira sahnede aslında rock müzik tarihi kanlı canlı şekilde müzik yapmaktaydı. Zamanın yok edemediği bir zaman makinesi vardı karşımızda. Bize 21. yüzyıldaki hikayelerini anlattıktan sonra bu hikayenin hala damarlarında dolaşan, onu besleyen şeyi aynı enerji ve aynı teknik mükemmellikle önümüze seriverdiler. Grup sadece iki şarkıyla iki kuşaklık bir serüvenin bugünü ile dünü arasında köprüyü kurmuştu işte. Bunun konser sonuna kadar devam etmesini beklememek saflık olurdu tabii ki.
Çok sağlam bir Return to Fantasy sonrasında Bernie Shaw sazı eline aldı ve mutat seyirci/grup diyaloğu da başladı. Hoş geldiniz beş gittiniz, bu gece burada deli gibi eğleneceğiz değil mi'ler, na'ssınız İstanbul sizi özledikler'lerden sonra kalbimi kazanan süper hareketini yaptı. "Bu bir rock konseri. Oturarak mı izleyeceksiniz? Haydi arka sıradakiler. Önlere doğru gelin de bunu gerçek bir rock konseri yapalım." deyiverdi. Pahalı ön sıralara bir anda ucuzcu arka sıralardakiler akın akın inmeye başladı. Tabii bunun asıl nedenini bir kaç şarkı sonra öğrenecektik ama olsun. Diğer taraftan sanırım sahneden bakınca koltukların arasında olan yer yer olan boşluklar nedeniyle biz her ne kadar konser alanını kalabalık görsek de durum sahneden farklı görünüyordu ve Shaw grubun motivasyonunu bozmak istemedi. Bence güzel hareketti şimdi kabul etmek gerek. Hem organizasyondaki beceriksizlikler nedeniyle oluşan boşlukları görülmez kıldı hem de konseri gerçek bir rock konseri haline getirdi.
Grup 70'lerin ortasından yeniden 2018'e geri dönerek bu sefer yeni albüme de ismini veren Living the Dream'e başladı. Açıkçası bomba gibi çaldılar. Grubun bu son davulcusu Rusell Gillbrook enteresan adam. Grubun demirbaş davulcusu Lee Kerslake'e göre çok daha sert ve vurgulu çalıyor. Kerslake'e göre çok daha "heavy metal". Konserde bana en düz gelen eleman olsa da özellikle Living the Dream'de çiçek gibi çaldı ve şarkının albümdekine göre biraz daha sert (ve vurucu) olmasını sağladı. Yine bu şarkıyla beraber grubun en genç ve yeni elemanı da kendini göstermeye başladı ağır ağır; bas gitarcı Davey Rimmer. Uriah Heep'de bas gitarları hep çok sağlam müzisyenler çalmıştır. Grubun ilk dönemlerindeki bas gitarcısı olan ve değeri pek de bilinmemiş ve erken aramızdan ayrılmış olan Gary Thain, John Wetton gibi bir dev, Bob Daisley ve Trevor Bolder rock dünyasındaki en önemli ilk 10-15 bas gitarcı arasına rahatlıkla girer. Rimmer'de onlardan aşağı kalmayacağını net bir şekilde göstermeye başladı işte bu 3 şarkı ile birlikte.
Grup yeni albümden, yani 21. yüzyıl hikayesinden tekrar geçmişe 36 yıl geriye 80'lerin başına döndü bu sefer. Uriah Heep'in tarzını yenileyerek Foreigner'laşmaya, Nazareth'leşmeye başladığı ve yıllar sonra tekrar liste başarısı kazandığı albüm Abominog'un açılış şarkısı Too Scared to Run'ı çaldılar. Bu albümün asıl patlayan şarkısı That's the Way That It Is'dir aslında ama bu konserin enerjisine ve akışına çok daha iyi uydu. Belli ki grup yeni albümden çalarken köklerini göstermek, bu yeni albümdeki şarkıların çok daha eskilerde yaptıkları müzikle ilişkisini de kulaklara hatırlatmak istemişler. Bence gayet iyi çalıştı bu durum konser boyunca. Konserin sonunda ise başka bir hikaye bizi bekliyordu tabii ki.
80'lerin başından tekrar 2018'e dönerek grup yeni albümlerinden arka arkaya iki şarkı daha söyledi; Take Away My Soul ve Knocking at My Door. Böylece beni şaşırtan albüm yeni albümün girişindeki 4 şarkıyı da canlı canlı dinleme imkanı buldum. Albümden çok da farklı çalmadılar şarkıları ama takır takır çaldılar. Yaşları artık 70'lere dayansa da sanki stüdyoda tek çalışta hücum kayıt albüm kaydediyor gibiydiler. Bu arada Knocking at My Door için klip çektiklerini ve hem konser kaydı hem klip için safların sıklaştırılmasını istedi Bernie Shaw. Belli mi olur belki bir konser albümünde "live from Istanbul" diye görürüz Knocking at My Door'u bir kaç yıl sonra? Zamanında Jethro Tull yapmıştı öyle bir güzellik. Neden olmasın?
Sonra tekrar o şahane 70'lere hem de şahane bir albüme doğru ışınlandık yeniden. Bu sefer Uriah Heep'in en çok bilinen kadrosunun ilk kez bir araya geldiği o muhteşem albüm Demons & Wizards'a uzandık Rainbow Deamon ile. Neden Easy Livin' değil, neden The Wizard değil? Aslında bu soruların cevapları daha sonra konser içinde cevaplanacaktı. Zira Easy Livin' başka bir süprizin parçasıydı ve zamanı gelmemişti. The Wizard yerine de yeni albümden onu hiç aratmayacak bir icra bizi bekliyordu ama haberimiz yoktu daha. Yine de ben Demons & Wizards'dan bir Traveller in Time ya da All My Life patlatsınlar isterdim. Listede beni en çok şaşırtan şarkı bu oldu diyebilirim. Sıkı çaldılar, onda sorun yok. Bu hayıflanma benim bu albümdeki şahsi beğenimle ilgili bir şey aslında.
70'lerin başına savrulduktan sonra bu sefer Bernie Shaw "Benim kadim ve en iyi dostum ve Uriah Heep denen bu çılgın makinenin 50 yıldır işlemeye devam etmesini sağlayan yegane insan" diye taktim ederek sözü Mick Box'a bıraktı. O da bizlere ertelemeler vs.ye rağmen buraya onları dinlemek için geldiğimize tüm alçak gönüllüğü ile teşekkür etti. Sonra da yeni albümden Waters Flowin''e girdiler. Kafamda şımarıkça döndürdüğüm "Niye The Wizard değil ama yaaaa..." soruma da hiç zaman geçirmeden cevabı yapıştırmış oldular bu şarkıyla. Şahane bir akustik performansla bence yeni albümden çaldıkları şarkılar içindeki en iyi performanslarını gösterdiler bu şarkıda.
Water Flowin' performanslarından kısa bir bölüm (Görüntü arada bozuluyor. İdare ediniz)
Ardından yine son albümden Rocks in the Road ile devam etti grup. Bu da çok sıkı çalınan şarkılardandı kesinlikle. Aynı zamanda 50 yıllık Uriah Heep tarihinin 2018'e, 21. yüzyıl'a dair son parçasıydı. 21. yüzyılda devam eden bu 50 yıllık hikayenin başladığı yere 1970'e, Hanwell Community Center'a Spice olarak girip Chales Dickens'in David Copperfield'ındaki kötü adam olmaya karar vererek, aynı binanın kapısından Uriah Heep adında hiç bir elemanı değişmese de yeni bir grup olarak çıktıkları günlere döndüler ve film işte orada bir daha geri dönülemez şekilde koptu. Gypsy tam 49 yıl sonra, o yıllardan beri grupta kalan tek kişi olan Mick Box'un liderliğinde ve Lanzon'un klavyesinin tuşlarına bir sihirbaz edasıyla dokunmasıyla başlayıverdi. Gypsy'de Mick Box çok sağlam bir soloya da imza attı. Ancak bir kaç imza daha atmadan sahneyi terk etmeyeceğini bir süre sonra anlayacaktık. Gypsy'de o kadar büyük bir enerji ile çaldılar ki karşımızdaki grubun elemanlarının yaşları bir anda tekrar 20'li yaşlara dönmüş gibiydi. Gypsy'nin ardından sahneden bize bir ayna tutuldu ve aynı enerji ile devam edilerek bize "Dön de kendine bak" dendi Look at Yourself ile. Artık hard rock'un şekillendiği zamanlar sahneyi doldurmuş, benim gibi o zamanları olmasa da ondan arta kalanları görebilmiş olanlar olarak bir zaman yolculuğuna çıkmıştık.
Ancak bu zaman yolculuğu hemen bitmeyecekti. Gypsy ve Look at Yourself'in ardından efsanevi July Morning başladı ki onun başlamasıyla konseri seyredenlerin zaman ve mekanla olan ilişkisi tamamen kesildi. Lineer akan zamandan kopup bir solucan deliğinden geçerek 1970'lerin başında takılıp kaldık. July Morning'de Lanzon'da büyük şov yaptı ama asıl Mick Box Gypsy'de attığı solonun da üstüne çıkarak sihrini konuşturmaya devam edip yine şahane (hatta epik sayılabilecek) bir soloya daha imza attı. Pek bilinmez ama July Morning'in orjinal kayıtlarında özellikle sonundaki o hipnotik klavye solo Ken Hensley tarafından atılırken klavye alt yapılarında Manfred Mann manyağı da yardımcı klavye olarak devreye girer. İşte o karşılıklı atışmayı Mick Box delisi gitarı ile gerçekleştirdi. Yani adam solo atarken imza atmadı kazıdı desem yeridir.
Gypsy, Look at Yourself ve July Morning ile tam gazı almış, zaman ve mekan algımızı kaybetmişken Mick Box akustik gitarını eline aşıp 70'lerin başından bir başka Uriah Heep efsanesi ile bizi bu dünyaya geri döndürdü Lady in Black ile. Grup ile birlikte bir gece ansızın kapımızı çalan o uzun siyahlar içindeki uzun saçları rüzgarda savrulan kadının anlattıklarını dinledik, gitmemesi için grup ile birlikte yalvardık, en sonunda kadının bizi terk edip gittiğinde artık yalnız olmadığımızı fark ettik şarkının nakaratına bir ağızdan eşlik ederken. Sonra? Sonra, ışıklar söndü, iyi geceler dendi ve grup da ansızın gelen o sihaylar içindeki kadının ardından giderek sahneyi terk etti.
Bunun videoları da var aslında tabii ama gecenin bir saati karşılaştığımız kadına kal demek için nakarata o bed sesimle o kadar berbat şekilde eşlik etmişim ki bu felaketle kimsenin kulaklarını yıpratmak istemem. Zaten, grup da kuliste bu gizemli kadının izini kaybetmiş olmalı ki bizim çağrılarımıza kulak tıkamayıp sahneye geri döndüler. 49 yıllık arayış bu gece de nihayete erememişti. O zaman söylenecek bir kaç söz daha olmalıydı bu 50 yıllık tarihin içinde saklanmış, değil mi?
Öyle de oldu. Grup sahneye dönüp yine 1970'lerden, benim bayıldığım ve belki de grubun da en progresif albümü olan The Magician Birthday'den bir şarkıyla kaldıkları yerden devam ettiler; Sunrise. Aslında bu albümden bir Sweet Lorraine ya da The Magician Birthday'i çalsalardı nasıl da güzel olurdu ancak, Sunrise'da mis gibi şarkıdır şimdi. O yüzden mızıkçılık yapacak değilim. Konserin sonunda ise The Magician Birthday ile aynı yıl çıkmış diğer olan Demons & Wizards'a dönüp konserin ortalarında sorduğum ukalaca soruya sert bir cevap daha alacaktım gruptan. Grup bam diye Easy Livin' e başladı. E, daha ne olsun? Birisi "Hadi şu kağıda sevdiğin ilk 10 Uriah Heep şarkısını yaz" dese büyük çoğumuzun o kağıda yazacağı şarkıların neredeyse tümü canlı canlı çalınmıştı işte. Kusura bakmayın ama bundan alası olmaz şimdi. Hard Rock tarihinin neredeyse her dönemi karşımızda canlanmıştı işte. Easy Livin' ile konser nihayete erdiğinde sanırım konseri seyreden şanslı azınlığa hangi yılda olduğumuz sorulsa bir süre düşünmeden söyleyemezdi.
Mick Box konser sonunda sahnede plak imzalıyor...
Konser sonrasında ışıklar yanıp grup son selamını verirken Mick Box'un alçakgönüllülüğü tekrar kendini gösterdi. Sahnenin önünde plaklarını, CD'lerini filan uzatan istisnasız herkesin uzattığı her ne ise imzaladı. Bol bol pena dağıttı. İşte bu zaman tüneli gibi konser sonrası bu hard rock sihirbazları sahneyi terk ederken bizi yaşadığımız günün kaosu ve saçmalıkları ile yalnız kalmıştık yeniden.
Ve perde....
Konseri genel olarak değerlendirmek gerekirse bence gayet başarılı bir konserdi. Şarkı listesi, amaca uygun hazırlanmıştı. Maksat öncelikle yeni albümü tanıtmak ve satmaktı. O yüzden yeni albümün yarısından fazlasını çaldılar. Ancak, bence albümün en iyi şarkısı olan Goodbye to Innocence listede yoktu. Sanırım konserin planladıkları akışına uygun bulmadılar ama bence Uriah Heep'in 70'den bugüne kadar olan 50 yıllık serüveninin hepsini içeren bir şarkı Goodbye to Innocence. Bu açıdan konserin havasına uyardı sanki. Standart şov ve şarkı listedinden hiç sapmadılar. Türkiye'ye gelmeden önce çaldıkları Yunanistan ne çaldılarsa onu çaldılar. 2004'deki konserdeki July Morning performansları bu konserden fersah fersah ötedeydi. O konserde 10 dakikadan uzun bir July Morning ve 7-8 dakikalık muhteşem bir Gypsy çalmışlardı ve dibimiz düşmüştü. Bernie Shaw'ın ses hala iyi ama eskisi kadar güçlü ve devamlı değil, o belli. 2004'de hayran olmuştuk hepimiz. Burada daha standarttı. Üzerinden 15 yıl geçmiş tabii ki. Buna şaşırmamak gerek.
Ben yeni bas gitarcıyı çok beğendim. Solak bas gitarcı pek görmedim izlediğim konserlerde. Bu eleman hem sağlam çalıyor hem de gruba yeni bir enerji katmış. Hele konserin sonuna doğru bas gitarının klavyesinin içindeki mavi ışıkları yaktı ki o da pek bir güzel görüntüydü. Ben davulcu Gilbrook'a ısınamadım tüm konser boyunca. Çift cross, tek hith tom, çift low tom davulu ile eski Ginger Baker, Vinnie Appice usulü bir davul setiyle çaldı. Sertliği tam heavy metal sertliği ama bazı yerlerde, özellikle 70'lerden çalınan şarkılarda Lee Kerslake'i aradım biraz, ki aslında Kerslake'e göre çok daha teknik bir davulcu adam.
Lanzon ise... Lanzon'du işte. Bir sihirbaz gibi ellerini havada çevire çevire yüzünde tek bir zorlanma ifadesi dahi olmadan şakır şakır çaldı. Küçük şovlar da yapmayı ihmal etmedi tabii. Mick Box ise beni 2004'de de şaşırtmıştı bu konserde de şaşırttı. Hiç bir zaman o en tepedeki gitaristlerden görmedim kendisini ama öyle basit ve öyle etkileyici şekilde çaldı ki insan ister istemez hayran oluyor. Diğer taraftan acayip mütevazi ve alçak gönüllü. Bernie Shaw'ın düşük çenesi ve seyirci ile girdiği diyaloglara rağmen söz ona geldiğinde kısacık yaptığı muhabbet çok daha sıcaktı mesela.
Uzun oldu biliyorum ama son olarak iki laf da konser organizasyonu için edeyim izninizle. Önce organizasyonu yapan sivri akıllılara bir kaç laf edeyim. Be insanlar; dünyanın gelmiş geçmiş en büyük en önemli gruplarından birini Türkiye'ye getiriyorsunuz. Evet, bu adamlar artık eski havalı, süperstar günlerinde değiller. Yaşlanmışlar, eskimişler ve gençler bu adamları bilmiyor, anladık. Yahu, hiç mi duyuru yapılmaz? Sosyal medyada, TV'de, gazetede filan bu konser yayılmaz? Bu işi amme hizmeti olarak bile yapsa insan bu kadar salak olur mu? Hiç mi para kazanmak istemediniz bu konserden? Hadi para kazanmak istemediniz onu anlarım da "Böyle bir grubu bilmem kaç bin kişilik salonda 1000-2000 kişiye sahneye çıkartmak ayıp olur yahu. Biraz duyuralım da kalabalık gözükelim bari." diye de mi düşünmediniz? Gidin Jolly Joker vs. gibi daha küçük mekanda yapın bari konseri de kalabalık gözüksün. Daha bunları düşünmeyen tabii ki grubun malzemelerinin gümrükten nasıl geçeceğini planlamaz. O yüzden işin orasını hiç konuşmuyorum bile. Şimdi biz şurada haber yaptık, şöyle SMS attık filan diyebilirler tabii ama işin gerçeği ortada. Bileti satan Biletix'den ben ve benim gibi bir çok tanıdığım konser bilgilerini SMS, push mesaj olarak alıyoruz. Kimsenin konserden haberi yok. Hadi ben salağım, görmedim, atladım ya da unuttum. Yahu en az 10 kişiyle konuştum konseri duyunca, kimsenin haberi yok. Konseri bana haber veren arkadaş bile konserin tarihini bilmiyor. Böyle garabet olur mu? Bu ülkeye ne enkaz gruplar geldi ama nasıl PR yapıldıysa yapıldıysa yapıldı hepsi "sold out" oldu. Uriah Heep gibi grubu ülkeye getirip hem de yepyeni ve taş gibi bir albüm çıkartmışlarken sen bu konseri "sold out" yapamıyorsan bence bu işleri yapmayı bir daha düşünün.
Son olarak, beni şaşırtan başka bir şey daha var ki o da bizim kendi seyircimiz. Camel biletleri çıkar çıkmaz saatler içinde bitti ama rock tarihindeki rolü tartışılmayacak bir grubun biletleri son gün bile istenince bulunuyor. Bu gerçekten enteresan. Ya bizim seyircimiz artık çok doymuş, ya da seyirci ve dinleyici profili gerçekten çok değişmiş.
Neyse, konser yazısı yazdığımda o konsere kendi izlediklerim üzerinden bir not verme adetimi sürdüreyim. Bu konsere ben 10 üzerinden 7 veriyorum. O da 6,5'dan. Bunun nedeni grup ya da performansları değil. Zaten çok iyi bir performansları olduğu için o not 7. PSM güzel bir mekan ama bence rock konseri için doğru bir mekan değil. Oturarak rock konseri işi bana garip geliyor maalesef. Yine de, zaten az sayıdaki kapalı mekanlardan biri olunca bu durumu göz ardı etmek gerekiyor. Ancak, bu organizasyon ve PR saçmalığı nedeniyle bence gayet üst düzey bir konser güme gitti. Bence, bu müziği seven, keyifle dinleyen ve bu konseri izlemeyen bir daha izleme şansı olmayabilecek büyük bir şansı ve iyi bir konseri kaçırmış oldu.
Umarım, Lady in Black'in sözlerinin sonunda dendiği gibi bir gün o siyahlar giyinmiş uzun saçlı kadın saçları rüzgarda dalgalanarak kapımızı çalarsa onun söylediklerini dinleyerek çevremizdekilere bir merhaba demeyi hatırlarız. Bu konserde olanlar bunu hatırlayacak. Çünkü beraberce o kadının peşinden gittik ve ne söylediğini biliyoruz.
O günkü iş curcunası içinde biletler bir çırpıda alınmıştı tabii ki. 2004'de geldiklerinde Park Orman'daki konser harika geçmişti. Bu konserden de pek şüphe duymuyordum bu yüzden. 2004'deki o konserde Berine Shaw'ın Gypsy ve July Morning'deki performansı inanılmaz derece iyiydi. Hakeza Phil Lanzon'ın performansı da harikaydı. Bilet bulabilmeme ise şaşırmadım desem yalan olur. Zira, geçen yıl Camel Türkiye'ye geldiğinde biletler kapanın elinde kalmıştı. O yüzden bilet bulabileceğimden hiç emin değildim. Ancak siteye girdiğimde gördüm ki bol bol bilet bulunmaktaydı. Belli ki konser pek de iyi duyurulmamıştı. Hadi ben atladım ama bana konseri haber veren arkadaşımın da konserin tarihinden haberi yoktu. Ben bunu Twitter'da yazında emin olun rock dinleyen ve seven daha kötüsü Uriah Heep kimdir, nedir pek de iyi bilen onlarca insanın da konserden haberdar olmadığını anladım. Ortada bir organizasyon beceriksizliğinin olduğu aşikardı ancak bu beceriksizliğin daha da büyüyeceğini bilmiyordum tabii ki.
Uriah Heep'e bilet bulmanın avantajını uzun süredir hayalini kurduğum bir başka hayali gerçekleştirmek için kullandım tabii ki. Kızıma rock tarihinin temel taşlarından biri olan bir grubu kanlı canlı seyrettirmek. Baktım bilet bol, maaile aldım biletleri. Her ne kadar bir tarafım "Ulan rock müzik tarihinin en efsane gruplarından, Hard Rock/Heavy Metal'in kurucusu olarak kabul edilen 4 gruptan biri olan grup geliyor, Camel'in biletleri yok satıyor ama bu adamların biletleri bitmemiş. Bu nasıl bir acayipliktir." diyerek sinirden hop oturup hop kalksa da diğer tarafım aldığım üç bilet ve bir sonraki gün bir hayalimi gerçekleştireceğime dair sevinç ile hop oturup hop kalkıyordu. Ancak, hayalimin gerçekleşemeyeceğ,ni nasıl bilebilirdim ki?
Konser günü 2003 konserinde aldığım Heep t-shirt'ünü kotumun üzerine giyip bir de üstüne kot gömleğimi geçirerek konser kostümümü de tamamlayarak hazırlıklarımı tamamlamıştım. Tüm aile Zorlu Performans Sanatları'na ulaşıp konser gişesinden biletleri almaya gittiğimizde ilk sürprizle karşılaştık. Konserin başlama saati 23:00 olmuştu. İsterseniz biletlerinizi iade edebilirsiniz diyordu gişedeki genç arkadaş. "Bana bak genç oğlan. Ben kızımla Uriah Heep izleyeceğim. O biletleri alırken seni odunla döverim." demek istesem de "Biletleri alalım bekleyeceğiz." dedim sadece. Eşime de dönüp "Kesin cihazlar gümrükte takıldı. Bu konser bu gece olmayabilir." dediğimi de hatırlıyorum tabii. Hay dilimi eşek arısı soksaydı. Güzel bir yemek sonrası PSM önüne geldiğimizde eşime söylediğim neden dev ekranlarda akıtılıyordu. Konser bir gün sonraya ertelenmişti. İsteyenler biletlerini konser gişesi ya da satın aldıkları kanaldan iade etme hakkına sahipti. Organizasyon beceriksizliği sadece konserin duyurulması ile kalmamış, arşa vararak ekipmanın gümrükten çekilememesine ve konserin ertelenmesine kadar uzanmıştı. Ancak bir sonraki gün benim bu konseri kızım ve eşim ile izleme şansımız yoktu ki. O yüzden paşa paşa iki bilet geri verdik ve benim bir hayalim daha bir başka bahara kaldı.
Bu janti beyefendi Uriah Heep için gelmemişti büyük ihtimalle ama olsun...
Ertesi gün ise en azından ben vuslata erecektim tabii ki. O yüzden bir gün önce sabahtan itibaren üstümden çıkartmadığım konser üniformamı çantama koyup öyle gittim işe. Pazar hiç yaşanmamış gibi Pazartesi gecesi için kendimi bu şekilde motive edecektim.
İşte 2003 Uriah Heep konser t-shirt'üm ve konser kostümüm...
Konsere az bir zaman kala elimde biram ile salondaki yerimi almıştım artık. Neyse ki PSM'nin yarısından fazlası doluydu. Bu kadar organizasyon rezaletinden sonra bu kalabalığı iyi olarak görmek gerekti tabii ki ama insan yine de gelen grubun tarihini, hadi onu geçtim son albümlerinin ne kadar sağlam bir albüm olduğunu düşününce salonun dolmamış olmasına kızmamak da elde değildi hani. Ancak, canımı sıkacak şeylerle kafamı meşgul etmek yerine konsere ve Heep'e odaklanmaya karar vermiştim. Son ayarlamalar yapılıyordu artık sahnede. Arada gitar asistanları, davul asistanları sahnede son ayarlamaları yapıyor, seyirci de 50 yıllık bir hikayenin 21. yüzyıla ait kısmına hazırlanıyordu kendince.
Ortalık karışmadan önce...
Konserden beklentim özellikle yeni çıkardıkları albüm nedeniyle daha yüksekti. Living the Dream bence 2018'de çıkan en sağlam hard rock albümlerinden biri. Albümü ilk dinlediğimde arka arkaya 4 şarkıyı (Grazed by Heaven, Living the Dream, Take Away My Soul ve Knocking at My Door) dinleyince "Oha! N'oluyo lan? Bu adamlar ne yiyip içiyorsa aynını istiyorum." dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Zira, korkunç bir enerji, çok sağlam ritm ve melodi örgüleri, Uriah Heep'in 70'lerdeki progresifden heavy metal'e kadar uzanan yelpazedeki müziğinin tüm unsurlarını bir araya getirmiş parçalardı bunlar. Yeni bir şarkı matematiği, yeni bir müzik dili kurmasını beklemek zaten büyük bir ahmaklık olurdu ama Mick Box 70'ini geçmiş, Lanzon 70'ine merdiven dayamışken (Bernie Shaw bile 62 yaşında) bu kadar yüksek enerji ve rafine bir müzik karşısında insan afallıyor ister istemez. En azından ben afallamıştım dinlediğimde albümü. O yüzden konserin ve Uriah Heep'in enerjisinin yıllara rağmen yüksek olacağını tahmin ediyordum. Bu konuda beni pek yanıltmadılar. Bana "N'oluyoruz yahu" dedirten o 4 şarkı da zaten canlı canlı icra edildi. Konsere de zaten yeni albümün açılış şarkısı olan Grazed by Heaven ile dumanlar ve parlak ışıklar eşliğinde zımba gibi başladılar.
Grazed by Heaven'ın ardından grup bir anda bizi 43 yıl geriye, 70'lerin ortasına, 1975'e götürdü Return to Fantasy ile. Bunda tabii ki garipsenecek bir şey olamazdı. Zira sahnede aslında rock müzik tarihi kanlı canlı şekilde müzik yapmaktaydı. Zamanın yok edemediği bir zaman makinesi vardı karşımızda. Bize 21. yüzyıldaki hikayelerini anlattıktan sonra bu hikayenin hala damarlarında dolaşan, onu besleyen şeyi aynı enerji ve aynı teknik mükemmellikle önümüze seriverdiler. Grup sadece iki şarkıyla iki kuşaklık bir serüvenin bugünü ile dünü arasında köprüyü kurmuştu işte. Bunun konser sonuna kadar devam etmesini beklememek saflık olurdu tabii ki.
Çok sağlam bir Return to Fantasy sonrasında Bernie Shaw sazı eline aldı ve mutat seyirci/grup diyaloğu da başladı. Hoş geldiniz beş gittiniz, bu gece burada deli gibi eğleneceğiz değil mi'ler, na'ssınız İstanbul sizi özledikler'lerden sonra kalbimi kazanan süper hareketini yaptı. "Bu bir rock konseri. Oturarak mı izleyeceksiniz? Haydi arka sıradakiler. Önlere doğru gelin de bunu gerçek bir rock konseri yapalım." deyiverdi. Pahalı ön sıralara bir anda ucuzcu arka sıralardakiler akın akın inmeye başladı. Tabii bunun asıl nedenini bir kaç şarkı sonra öğrenecektik ama olsun. Diğer taraftan sanırım sahneden bakınca koltukların arasında olan yer yer olan boşluklar nedeniyle biz her ne kadar konser alanını kalabalık görsek de durum sahneden farklı görünüyordu ve Shaw grubun motivasyonunu bozmak istemedi. Bence güzel hareketti şimdi kabul etmek gerek. Hem organizasyondaki beceriksizlikler nedeniyle oluşan boşlukları görülmez kıldı hem de konseri gerçek bir rock konseri haline getirdi.
Grup 70'lerin ortasından yeniden 2018'e geri dönerek bu sefer yeni albüme de ismini veren Living the Dream'e başladı. Açıkçası bomba gibi çaldılar. Grubun bu son davulcusu Rusell Gillbrook enteresan adam. Grubun demirbaş davulcusu Lee Kerslake'e göre çok daha sert ve vurgulu çalıyor. Kerslake'e göre çok daha "heavy metal". Konserde bana en düz gelen eleman olsa da özellikle Living the Dream'de çiçek gibi çaldı ve şarkının albümdekine göre biraz daha sert (ve vurucu) olmasını sağladı. Yine bu şarkıyla beraber grubun en genç ve yeni elemanı da kendini göstermeye başladı ağır ağır; bas gitarcı Davey Rimmer. Uriah Heep'de bas gitarları hep çok sağlam müzisyenler çalmıştır. Grubun ilk dönemlerindeki bas gitarcısı olan ve değeri pek de bilinmemiş ve erken aramızdan ayrılmış olan Gary Thain, John Wetton gibi bir dev, Bob Daisley ve Trevor Bolder rock dünyasındaki en önemli ilk 10-15 bas gitarcı arasına rahatlıkla girer. Rimmer'de onlardan aşağı kalmayacağını net bir şekilde göstermeye başladı işte bu 3 şarkı ile birlikte.
Grup yeni albümden, yani 21. yüzyıl hikayesinden tekrar geçmişe 36 yıl geriye 80'lerin başına döndü bu sefer. Uriah Heep'in tarzını yenileyerek Foreigner'laşmaya, Nazareth'leşmeye başladığı ve yıllar sonra tekrar liste başarısı kazandığı albüm Abominog'un açılış şarkısı Too Scared to Run'ı çaldılar. Bu albümün asıl patlayan şarkısı That's the Way That It Is'dir aslında ama bu konserin enerjisine ve akışına çok daha iyi uydu. Belli ki grup yeni albümden çalarken köklerini göstermek, bu yeni albümdeki şarkıların çok daha eskilerde yaptıkları müzikle ilişkisini de kulaklara hatırlatmak istemişler. Bence gayet iyi çalıştı bu durum konser boyunca. Konserin sonunda ise başka bir hikaye bizi bekliyordu tabii ki.
80'lerin başından tekrar 2018'e dönerek grup yeni albümlerinden arka arkaya iki şarkı daha söyledi; Take Away My Soul ve Knocking at My Door. Böylece beni şaşırtan albüm yeni albümün girişindeki 4 şarkıyı da canlı canlı dinleme imkanı buldum. Albümden çok da farklı çalmadılar şarkıları ama takır takır çaldılar. Yaşları artık 70'lere dayansa da sanki stüdyoda tek çalışta hücum kayıt albüm kaydediyor gibiydiler. Bu arada Knocking at My Door için klip çektiklerini ve hem konser kaydı hem klip için safların sıklaştırılmasını istedi Bernie Shaw. Belli mi olur belki bir konser albümünde "live from Istanbul" diye görürüz Knocking at My Door'u bir kaç yıl sonra? Zamanında Jethro Tull yapmıştı öyle bir güzellik. Neden olmasın?
Sonra tekrar o şahane 70'lere hem de şahane bir albüme doğru ışınlandık yeniden. Bu sefer Uriah Heep'in en çok bilinen kadrosunun ilk kez bir araya geldiği o muhteşem albüm Demons & Wizards'a uzandık Rainbow Deamon ile. Neden Easy Livin' değil, neden The Wizard değil? Aslında bu soruların cevapları daha sonra konser içinde cevaplanacaktı. Zira Easy Livin' başka bir süprizin parçasıydı ve zamanı gelmemişti. The Wizard yerine de yeni albümden onu hiç aratmayacak bir icra bizi bekliyordu ama haberimiz yoktu daha. Yine de ben Demons & Wizards'dan bir Traveller in Time ya da All My Life patlatsınlar isterdim. Listede beni en çok şaşırtan şarkı bu oldu diyebilirim. Sıkı çaldılar, onda sorun yok. Bu hayıflanma benim bu albümdeki şahsi beğenimle ilgili bir şey aslında.
70'lerin başına savrulduktan sonra bu sefer Bernie Shaw "Benim kadim ve en iyi dostum ve Uriah Heep denen bu çılgın makinenin 50 yıldır işlemeye devam etmesini sağlayan yegane insan" diye taktim ederek sözü Mick Box'a bıraktı. O da bizlere ertelemeler vs.ye rağmen buraya onları dinlemek için geldiğimize tüm alçak gönüllüğü ile teşekkür etti. Sonra da yeni albümden Waters Flowin''e girdiler. Kafamda şımarıkça döndürdüğüm "Niye The Wizard değil ama yaaaa..." soruma da hiç zaman geçirmeden cevabı yapıştırmış oldular bu şarkıyla. Şahane bir akustik performansla bence yeni albümden çaldıkları şarkılar içindeki en iyi performanslarını gösterdiler bu şarkıda.
Ardından yine son albümden Rocks in the Road ile devam etti grup. Bu da çok sıkı çalınan şarkılardandı kesinlikle. Aynı zamanda 50 yıllık Uriah Heep tarihinin 2018'e, 21. yüzyıl'a dair son parçasıydı. 21. yüzyılda devam eden bu 50 yıllık hikayenin başladığı yere 1970'e, Hanwell Community Center'a Spice olarak girip Chales Dickens'in David Copperfield'ındaki kötü adam olmaya karar vererek, aynı binanın kapısından Uriah Heep adında hiç bir elemanı değişmese de yeni bir grup olarak çıktıkları günlere döndüler ve film işte orada bir daha geri dönülemez şekilde koptu. Gypsy tam 49 yıl sonra, o yıllardan beri grupta kalan tek kişi olan Mick Box'un liderliğinde ve Lanzon'un klavyesinin tuşlarına bir sihirbaz edasıyla dokunmasıyla başlayıverdi. Gypsy'de Mick Box çok sağlam bir soloya da imza attı. Ancak bir kaç imza daha atmadan sahneyi terk etmeyeceğini bir süre sonra anlayacaktık. Gypsy'de o kadar büyük bir enerji ile çaldılar ki karşımızdaki grubun elemanlarının yaşları bir anda tekrar 20'li yaşlara dönmüş gibiydi. Gypsy'nin ardından sahneden bize bir ayna tutuldu ve aynı enerji ile devam edilerek bize "Dön de kendine bak" dendi Look at Yourself ile. Artık hard rock'un şekillendiği zamanlar sahneyi doldurmuş, benim gibi o zamanları olmasa da ondan arta kalanları görebilmiş olanlar olarak bir zaman yolculuğuna çıkmıştık.
Ancak bu zaman yolculuğu hemen bitmeyecekti. Gypsy ve Look at Yourself'in ardından efsanevi July Morning başladı ki onun başlamasıyla konseri seyredenlerin zaman ve mekanla olan ilişkisi tamamen kesildi. Lineer akan zamandan kopup bir solucan deliğinden geçerek 1970'lerin başında takılıp kaldık. July Morning'de Lanzon'da büyük şov yaptı ama asıl Mick Box Gypsy'de attığı solonun da üstüne çıkarak sihrini konuşturmaya devam edip yine şahane (hatta epik sayılabilecek) bir soloya daha imza attı. Pek bilinmez ama July Morning'in orjinal kayıtlarında özellikle sonundaki o hipnotik klavye solo Ken Hensley tarafından atılırken klavye alt yapılarında Manfred Mann manyağı da yardımcı klavye olarak devreye girer. İşte o karşılıklı atışmayı Mick Box delisi gitarı ile gerçekleştirdi. Yani adam solo atarken imza atmadı kazıdı desem yeridir.
Gypsy, Look at Yourself ve July Morning ile tam gazı almış, zaman ve mekan algımızı kaybetmişken Mick Box akustik gitarını eline aşıp 70'lerin başından bir başka Uriah Heep efsanesi ile bizi bu dünyaya geri döndürdü Lady in Black ile. Grup ile birlikte bir gece ansızın kapımızı çalan o uzun siyahlar içindeki uzun saçları rüzgarda savrulan kadının anlattıklarını dinledik, gitmemesi için grup ile birlikte yalvardık, en sonunda kadının bizi terk edip gittiğinde artık yalnız olmadığımızı fark ettik şarkının nakaratına bir ağızdan eşlik ederken. Sonra? Sonra, ışıklar söndü, iyi geceler dendi ve grup da ansızın gelen o sihaylar içindeki kadının ardından giderek sahneyi terk etti.
Bunun videoları da var aslında tabii ama gecenin bir saati karşılaştığımız kadına kal demek için nakarata o bed sesimle o kadar berbat şekilde eşlik etmişim ki bu felaketle kimsenin kulaklarını yıpratmak istemem. Zaten, grup da kuliste bu gizemli kadının izini kaybetmiş olmalı ki bizim çağrılarımıza kulak tıkamayıp sahneye geri döndüler. 49 yıllık arayış bu gece de nihayete erememişti. O zaman söylenecek bir kaç söz daha olmalıydı bu 50 yıllık tarihin içinde saklanmış, değil mi?
Öyle de oldu. Grup sahneye dönüp yine 1970'lerden, benim bayıldığım ve belki de grubun da en progresif albümü olan The Magician Birthday'den bir şarkıyla kaldıkları yerden devam ettiler; Sunrise. Aslında bu albümden bir Sweet Lorraine ya da The Magician Birthday'i çalsalardı nasıl da güzel olurdu ancak, Sunrise'da mis gibi şarkıdır şimdi. O yüzden mızıkçılık yapacak değilim. Konserin sonunda ise The Magician Birthday ile aynı yıl çıkmış diğer olan Demons & Wizards'a dönüp konserin ortalarında sorduğum ukalaca soruya sert bir cevap daha alacaktım gruptan. Grup bam diye Easy Livin' e başladı. E, daha ne olsun? Birisi "Hadi şu kağıda sevdiğin ilk 10 Uriah Heep şarkısını yaz" dese büyük çoğumuzun o kağıda yazacağı şarkıların neredeyse tümü canlı canlı çalınmıştı işte. Kusura bakmayın ama bundan alası olmaz şimdi. Hard Rock tarihinin neredeyse her dönemi karşımızda canlanmıştı işte. Easy Livin' ile konser nihayete erdiğinde sanırım konseri seyreden şanslı azınlığa hangi yılda olduğumuz sorulsa bir süre düşünmeden söyleyemezdi.
Mick Box konser sonunda sahnede plak imzalıyor...
Konser sonrasında ışıklar yanıp grup son selamını verirken Mick Box'un alçakgönüllülüğü tekrar kendini gösterdi. Sahnenin önünde plaklarını, CD'lerini filan uzatan istisnasız herkesin uzattığı her ne ise imzaladı. Bol bol pena dağıttı. İşte bu zaman tüneli gibi konser sonrası bu hard rock sihirbazları sahneyi terk ederken bizi yaşadığımız günün kaosu ve saçmalıkları ile yalnız kalmıştık yeniden.
Ve perde....
Konseri genel olarak değerlendirmek gerekirse bence gayet başarılı bir konserdi. Şarkı listesi, amaca uygun hazırlanmıştı. Maksat öncelikle yeni albümü tanıtmak ve satmaktı. O yüzden yeni albümün yarısından fazlasını çaldılar. Ancak, bence albümün en iyi şarkısı olan Goodbye to Innocence listede yoktu. Sanırım konserin planladıkları akışına uygun bulmadılar ama bence Uriah Heep'in 70'den bugüne kadar olan 50 yıllık serüveninin hepsini içeren bir şarkı Goodbye to Innocence. Bu açıdan konserin havasına uyardı sanki. Standart şov ve şarkı listedinden hiç sapmadılar. Türkiye'ye gelmeden önce çaldıkları Yunanistan ne çaldılarsa onu çaldılar. 2004'deki konserdeki July Morning performansları bu konserden fersah fersah ötedeydi. O konserde 10 dakikadan uzun bir July Morning ve 7-8 dakikalık muhteşem bir Gypsy çalmışlardı ve dibimiz düşmüştü. Bernie Shaw'ın ses hala iyi ama eskisi kadar güçlü ve devamlı değil, o belli. 2004'de hayran olmuştuk hepimiz. Burada daha standarttı. Üzerinden 15 yıl geçmiş tabii ki. Buna şaşırmamak gerek.
Ben yeni bas gitarcıyı çok beğendim. Solak bas gitarcı pek görmedim izlediğim konserlerde. Bu eleman hem sağlam çalıyor hem de gruba yeni bir enerji katmış. Hele konserin sonuna doğru bas gitarının klavyesinin içindeki mavi ışıkları yaktı ki o da pek bir güzel görüntüydü. Ben davulcu Gilbrook'a ısınamadım tüm konser boyunca. Çift cross, tek hith tom, çift low tom davulu ile eski Ginger Baker, Vinnie Appice usulü bir davul setiyle çaldı. Sertliği tam heavy metal sertliği ama bazı yerlerde, özellikle 70'lerden çalınan şarkılarda Lee Kerslake'i aradım biraz, ki aslında Kerslake'e göre çok daha teknik bir davulcu adam.
Lanzon ise... Lanzon'du işte. Bir sihirbaz gibi ellerini havada çevire çevire yüzünde tek bir zorlanma ifadesi dahi olmadan şakır şakır çaldı. Küçük şovlar da yapmayı ihmal etmedi tabii. Mick Box ise beni 2004'de de şaşırtmıştı bu konserde de şaşırttı. Hiç bir zaman o en tepedeki gitaristlerden görmedim kendisini ama öyle basit ve öyle etkileyici şekilde çaldı ki insan ister istemez hayran oluyor. Diğer taraftan acayip mütevazi ve alçak gönüllü. Bernie Shaw'ın düşük çenesi ve seyirci ile girdiği diyaloglara rağmen söz ona geldiğinde kısacık yaptığı muhabbet çok daha sıcaktı mesela.
Uzun oldu biliyorum ama son olarak iki laf da konser organizasyonu için edeyim izninizle. Önce organizasyonu yapan sivri akıllılara bir kaç laf edeyim. Be insanlar; dünyanın gelmiş geçmiş en büyük en önemli gruplarından birini Türkiye'ye getiriyorsunuz. Evet, bu adamlar artık eski havalı, süperstar günlerinde değiller. Yaşlanmışlar, eskimişler ve gençler bu adamları bilmiyor, anladık. Yahu, hiç mi duyuru yapılmaz? Sosyal medyada, TV'de, gazetede filan bu konser yayılmaz? Bu işi amme hizmeti olarak bile yapsa insan bu kadar salak olur mu? Hiç mi para kazanmak istemediniz bu konserden? Hadi para kazanmak istemediniz onu anlarım da "Böyle bir grubu bilmem kaç bin kişilik salonda 1000-2000 kişiye sahneye çıkartmak ayıp olur yahu. Biraz duyuralım da kalabalık gözükelim bari." diye de mi düşünmediniz? Gidin Jolly Joker vs. gibi daha küçük mekanda yapın bari konseri de kalabalık gözüksün. Daha bunları düşünmeyen tabii ki grubun malzemelerinin gümrükten nasıl geçeceğini planlamaz. O yüzden işin orasını hiç konuşmuyorum bile. Şimdi biz şurada haber yaptık, şöyle SMS attık filan diyebilirler tabii ama işin gerçeği ortada. Bileti satan Biletix'den ben ve benim gibi bir çok tanıdığım konser bilgilerini SMS, push mesaj olarak alıyoruz. Kimsenin konserden haberi yok. Hadi ben salağım, görmedim, atladım ya da unuttum. Yahu en az 10 kişiyle konuştum konseri duyunca, kimsenin haberi yok. Konseri bana haber veren arkadaş bile konserin tarihini bilmiyor. Böyle garabet olur mu? Bu ülkeye ne enkaz gruplar geldi ama nasıl PR yapıldıysa yapıldıysa yapıldı hepsi "sold out" oldu. Uriah Heep gibi grubu ülkeye getirip hem de yepyeni ve taş gibi bir albüm çıkartmışlarken sen bu konseri "sold out" yapamıyorsan bence bu işleri yapmayı bir daha düşünün.
Son olarak, beni şaşırtan başka bir şey daha var ki o da bizim kendi seyircimiz. Camel biletleri çıkar çıkmaz saatler içinde bitti ama rock tarihindeki rolü tartışılmayacak bir grubun biletleri son gün bile istenince bulunuyor. Bu gerçekten enteresan. Ya bizim seyircimiz artık çok doymuş, ya da seyirci ve dinleyici profili gerçekten çok değişmiş.
Neyse, konser yazısı yazdığımda o konsere kendi izlediklerim üzerinden bir not verme adetimi sürdüreyim. Bu konsere ben 10 üzerinden 7 veriyorum. O da 6,5'dan. Bunun nedeni grup ya da performansları değil. Zaten çok iyi bir performansları olduğu için o not 7. PSM güzel bir mekan ama bence rock konseri için doğru bir mekan değil. Oturarak rock konseri işi bana garip geliyor maalesef. Yine de, zaten az sayıdaki kapalı mekanlardan biri olunca bu durumu göz ardı etmek gerekiyor. Ancak, bu organizasyon ve PR saçmalığı nedeniyle bence gayet üst düzey bir konser güme gitti. Bence, bu müziği seven, keyifle dinleyen ve bu konseri izlemeyen bir daha izleme şansı olmayabilecek büyük bir şansı ve iyi bir konseri kaçırmış oldu.
Umarım, Lady in Black'in sözlerinin sonunda dendiği gibi bir gün o siyahlar giyinmiş uzun saçlı kadın saçları rüzgarda dalgalanarak kapımızı çalarsa onun söylediklerini dinleyerek çevremizdekilere bir merhaba demeyi hatırlarız. Bu konserde olanlar bunu hatırlayacak. Çünkü beraberce o kadının peşinden gittik ve ne söylediğini biliyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder