Müzik Ne ile Yapılır?

(Bu yazı ilk olarak www.reportare.com internet sitesi/dergisinde 9 Mayıs 2021 tarihinde yayınlanmıştır)

Merhaba. Uzun süredir radyodan da müzik yazmaktan da uzaklaşmıştım. Pandeminin başlarında ara ara korsan radyo yayınları yaparım diye düşünüyordum ama bir kaç program sonrasını getiremedim. Zira, öğrendim ki yeni pandemik dünyada kimse planladığı hayatı yaşayamıyor. Sinan Dirlik’in “Müzik yazıları yazar mısın?” mesajı gelmese kendi pandemik hapishanemde kendi kendime yaşayıp herkes gibi savrulmaya da devam ederdim büyük ihtimalle. Açıkçası, ne yazacağımı bile düşünmeden kabul ettim bu teklifi. Kendi hapishanelerimizin dışına seslerimizi duyurup en azından koğuşlarımızı paylaşmak bile içinde sıkıştığımız bu hayatı genişletecek diye düşündüm. Umarım sadece bu yazıları yazacak benim için değil okuayacak olan sizler için de hayatı genişletir bu yazılar.

Ancak, bu ilk yazının konusu ne olsun diye düşünürken bulduğum konu zincirlerinden mustarip olduğumuz bu pandemik hapishanedeki hücrelerimizi genişletecek mi işte ondan emin değilim. Zira, müzik üstüne yazacaksam o zaman ilk nereden başlamalıyım diye düşünürken aklıma gelen bir soruydu bu; Müzik ne ile yapılır? Sahi, müzik dediğinizde aklınıza gelen ilk şey nedir? Melodi? Nota? Piyano? Gitar? Org? Keman? Hangisidir müzik dediğinizde ilk aklınıza gelen? Aklımda bir sürü konu dolanırken bu soru her konunun arasında bir yerlerden başını uzatıp “Ben buradayım.” demeye devam etti. Bu yıl çıkan albümleri mi yazsam diye düşünürken beynimin diğer bir köşesinden sinsice bu soruyu duymaya devam ettim. Bu durumda, önce bu sorunun cevabına ulaşmam gerekiyordu ki en azından bir sonraki yazıyı huzurlu yazabileyim.

Peki, müzik neyle yapılır sorusunun cevabı ne? Yukarıda saydığım cevapların hepsi geldi aklıma tabii ki, tıpkı sizler gibi. Ancak tüm bu cevaplar hiç birinde olmayan tek bir şey var: İnsan. Yani, müzisyenler. Bu pandemik hapishanenin belki de en ağır mağdurları, bu hapishanenin en büyük cezaya çarptırılmış mahkumları onlar. Virüsün ortaya çıktığı 2020 Ocak ayından beri bu zindana çıkmamacasına hapsedilen belki de tek meslek grubu onlar.

Salgın başladığı günden itibaren işlerini ilk kaybeden, gelirlerinden olanlar müzisyenler oldu. Müzisyenlerin çalıştığı mekanlar kapandıkça, sokalar kapanmalar ile tenhalaştıkça müzisyenler de önce mahallelerine sonra evlerine hapsoldu. Ardından salgın nedeniyle ilk intiharlar duyulduğunda da bu intiharlar müzisyenlere dair intiharlardı. En son Mart 2021’in ortasında 102 müzisyen intihar etti. Peki onlar öldükçe müziği ne ile yapacağız? Kim bize kağıt üzerinde portelerin içine dizilmiş notaları hayata geçirecek? Kim o porteler üzerine hepi topu yedi tane notayı başkasının aklına gelmeyecek şekilde sıralayıp bize yeni bir dünyanın kapısını açacak?

Ülke olarak bu konuda sicilimiz zaten pek iyi değil. Herhangi bir sanatla ilgilenmek, ister üreten ister icra eden ol, zaten bu ülkede yeteri kadar zor ve ağır bir iş. Hele konu müzik olunca müzisyen deyince aklımıza o beğendiğimiz şarkıların kaydında çalan, o şarkıları üreten ya da sahnede icra edenler geliyor. Ancak, müzisyen dediğiniz insanlar sadece bu gruptan ibaret değil. Bu grup spotların altında sizin gördüğünüz daha doğrusu görebildiğiniz bir azınlık aslında. Onlar da bu pandemik hapishanede hapisler tabii ki ancak en azından bilinirlikleri olduğundan müzik piyasası onların nefes alabileceği küçük alanlar, volta atabilecekleri avadanlıklar bırakabiliyor. Ya diğerleri?

Gittiğiniz bir barda elinde gitarı ya da sazı çalıp söyleyen, orada olduğunuz süre içerisinde  varlığından bile bazen farkında olmadığınız o sahnedeki insandan, memleketin tüm şehirlerine dağılmış kimisinin ismi müzikhol kimisinin ismi gazino olan mekanlarda varlığı ve yokluğu belli olmayan ama o tezgahın içinde varlığına kırmızı koltukları kadar gerek duyulan ama ismi cismi bilinmeyenlerden bahsediyorum. Felekten çaldığınız bir gecede cebine bir parça para tıkıştırıp “Bi Makber çalsana” dediğinizde o gece 25. kez Makber çalıp söyleyenler aslında bu hapishanede unutulmuş olanlar. Bir sokaktan ya da metroda geçip giderken attığınız o hızlı adımlara notalarıyla eşlik eden quartetlerden, bir taşınabilir amfi, bir saz, ud ya da gitarla oturup çalan insanlardan bahsediyorum. Elinde akordeonu Çiçek Pasajı ile Nevizade arasında arnavut kaldırımı eskitenlerden. Müzik piyasası denilen, Unkapanı’nın küflü koridorlarından bir kısmı plazalara, villalara taşınmış olanlarına dek sistemin içerisinde yer alan tüm parçaların ihtiyaç duyduğu ancak o gece ya da o kayıt bittikten sonra unuttuğu koca bir kalabalık dikkat çekmek istediğim.

Spot altındakileri bile ciddi şekilde sarsan bu dönemde açlıkla mücadele eden, buna dayanamayıp intihar eden insanları konuşmadan müziği nasıl konuşabiliriz ki? Bu benim için zor. Zira, eskiden bir albümü aldığımda her şarkıda kim, hangi enstrümanı çalmış, kim kaydetmiş, kim bestelemiş gibi plağın ya da CD’nin içinden çıkan her bir kağıdı, kitapçığı okuma takıntısı olan birisi için o müziği üreten ve icra edeni görmezden gelerek müziği konuşmak müziğin doğasına da benim doğama da aykırı. 102 ölümden bahsediyoruz, 102 müzisyenin bilinçli bir şekilde yaşamak yerine ölmeyi tercih etmesinden. Aslında gittiğimiz bir mekanda bu insanlara nasıl davranıyorsak bu pandemik hapishanede de aynı şekilde davranıyoruz sanırım. Yok sayarak. Müziği seviyoruz ama müzisyenleri yok saymak pahasına.

Bugün bilinen isimler bile ne yapacaklarını bilemez şekilde bu ortamda nefes alacak alanlar açmaya çalışıyor. Albümlerden şarkı satışına, CD’lerden Spotify’a dönüşen bu yeni dünyada ayakta durmalarını sağlayan konserler ve programlar ortadan kalktıkça, onlar da ne yapacaklarını bilemeden deneye deneye bir yol bulmaya çalışıyor. Tekliler çıkartıyor, Instagram ya da YouTube üzerinden mini konserler canlı yayınlar yapıp spotların altında kalmaya çalışıyorlar. Ancak, bu durum onlar için de zor. Sadece “piyasa”nın izin verdiği, karlı gördüğü şanslılar yeni ürünler üretip bizlere sunabiliyor. Müziği üreten de icra eden de bu cendere altında azalırken müziği dinlemek isteyenler için tercihler ve platformlar daralıyor. Buna bir de kendi örgütlerinde bu pandemi kaosunda iktidar mücadeleleri ve gelir paylaşımında deveyi hamutuyla götürme çabaları eklenince bu insanlar iyice yalnızlaşıyor ve hayata dair ümitleri kesiliyor.

Müzisyenler tabii ki tek başlarına değil. Diğer sanat kollarındaki bir çok insan da aynı dertten mustarip. Tiyatrolar, müzisyenlerle aynı kaderi paylaşan garsonlar ve benzerleri de aynı kaderi paylaşıyor. Miyar dolarların “yer değiştirdiği” bir ülkede iki yılda 1.000 TL’lik bir ulufeyi kabul edip evlerinden çıkmaması istenen bu insanlar hayatımıza bambaşka mesleklerle geri dönmeye çalışıyorlar. Evinize sipariş getiren motokuryelerin bir kısmı belki de bundan 2 yıl önce gittiğiniz mekanda taksimine bayıldığınız klarnet üstadı genç çocuk, kim bilir.

Müzik yazıp konuşmaya çalışacağız tabii ki. En azından müziğin yaşaması için bu şart. Ancak müziği konuşurken müziğin ne ile yapıldığını unutmamak da gerek. Bu yazıyı bana yazdıran sorunun cevabına benden beklenen üzere çok daha uzun bir cevap da verebilirim. Ancak, uzun bir cevaba ihtiyaç yok aslında. Sadece gerçekleşenlerden insanları haberdar etmek, onların dikkatini buraya çekmek, bu insanların varlığını unutmamak önemli. Ben elimden geldiğince müziği konuşmaya yazmaya çalışacağım bu köşede. Şimdilik 15 günde bir kendimce bir müzik hikayesi, belki bazı yeni albümlerden öneriler olacak tabii ki kendi bildiğimce. Başta da dediğim gibi bu sefer pek olmadı ama umarım sizinle birlikte bu pandemik hapishanede hayatı genişletecek bir alan  oluşturabiliriz.

Yine de hayatımızı genişletmeye çalışırken bu soruyu unutmamak gerek: “Sahi, müzik ne ile yapılır?”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akreplerin İstilası - Scorpions İstanbul'da

Wishbone Ash İstanbul'daydı...

Megadeth'in İstanbul Macerası