Benzemez Kimse Size: Jeff Beck ve David Crosby'den Sinead O'Connor'a Müzikal Direnişin Dönüşümü
Bu yazı ilk olarak 11 Ağustos 2023 tarihinde reportare.com'da yayınlanmıştır. Bu gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
2023 müzik için iç acıtıcı ölümlerle başladı. Ocak ayında ardı ardına önce Jeff Beck, hemen ardından David Crosby'nin ölüm haberleri düştü önüme. Deprem felaketinin ardından bir süre yas sessizliğine ihtiyaç olduğunu düşündüm. Bu yüzden, her ikisi için de yazmayı planladığım yazıyı sonraya ertelemiştim. Tam o yazıyı tekrar ele alacakken de bu kez Sinead O'Connor'un ölüm haberi geldi. Nothing Compares 2 U'yu, biraz da Beck ve Crosby'i de katarak, "Benzemez Kimse Size" olarak çevirmek ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak her üçünün de benzersizliği ve ortaklaştığı noktaları bir arada bundan güzel anlatacak bir cümle de bulamadım.
Her üç müzik insanı da dönemleri içinde farklı isimlerdi. Ancak, içinde yaşadığımız sistemin karşısında olmak, yanlış gördükleri şeylere karşı seslerini yükseltmek konusunda geri adım atmadılar. Jeff Beck ve David Crosby, 60'ların dünyayı değiştirme hayalinin, özgürlüğün ve eşitliğin yeni dili olacak olan rock müziğin doğuşundaki ilk yapıtaşlarındandı. Sinead O'Connor ise o değişim ve özgürlük hayalinin duvara çarparak ehlileştirildiği dönemin son asilerinden biriydi. O'Connor, Beck ve Crosby'nin döşediği taşlardan yürürken, Beck ve Crosby çoktan o yoldan çıkıp daha bireysel ama alternatif bir dünyayı kurmaya başlamışlardı.
Bu yazı ne Jeff Beck, ne David Crosby ne de Sinead O'Connor'un ölümleri üzerine bu müzisyenleri anmak, onların hayatımıza neler kattığını anlatmak için yazılmadı. Bu tür yazıları bol bol okudunuz ve daha da okuyacaksınız. Her ölümde de ölenle ilgili benzer yazılar da yazılmaya devam edecek. Bu yazı ise bu ölümlerin rock müzik ve onun muhalif duruşu ile ilgili bana düşündürdükleri üzerine yazıldı. Zira, fark ettim ki O'Connor'un ölümü aslında biraz da rock müziğin muhalif ruhunun ehlileştirilemeyen tarafının da ölümü.
Jeff Beck, belki de rock müziğin nasıl ehlileştirileceğini, rock müzik üzerinde yükselen gençliğin isyan ve değişim ateşinin nasıl sönümleneceğini gören ilk rock devlerinden biriydi. Siyah adamın müziği Atlantik'in doğu yakasına vardığında, o müziğin kalıplarının dışına çıkıp beyaz adamın ama daha çok beyaz işçiler ve genç insanların seveceği bir forma dönüşeceğini kimse düşünmemişti muhtemelen. Ancak, 2. Dünya Savaşı sonrasının İngiltere'deki baby boomer kuşağı, sıkıştıkları adalarında Amerika'nın pamuk tarlalarından ezilmiş siyah adamın müziğini alıp çelik fabrikalarında, kömür madenlerinde ve limanlarda çalışan beyaz adamın ve gençlerin mevcut savaş sonrası sisteme karşı yeni dili haline getirdiler. İşte bu dönüşümün daha en başındakilerden biriydi Jeff Beck. Siyah adamın müziğinin kendi topraklarındaki beyaz adam için de bilinir hale gelip kendi topraklarını fethine yol açanlardandı. Daha 1960'ların ortasında Eric Clapton, Jimmy Page gibi isimlerle beraber Beatlesmania'nın rüzgarı ile Amerika'daki İngiliz işgalinin başlangıcında o vardı. The Yardbirds ile bu müzikal işgalin bir parçası olması dışında bugüne kadar gelen rock müziğin de ilk nüvesini üretenlerdendi.
Jeff Beck, tıpkı Clapton ya da Page gibi müzik piyasasının yıldızı olabilecekken bunun yerine daha kariyerinin başlarında bundan kaçmayı tercih etti. Jeff Beck, Clapton, Page ve dönemindeki diğer önemli rock müzisyenleri gibi albüm satışları, stat konserleri yerine çok iyi müzisyenlerle rock müziğin uçlarına gitmeyi denedi. Böylece, müzik sektörünün içinde ama onun kısıtlamaları ve basılarına karşı durarak yaşamayı tercih etti. Beck, olağanüstü yeteneği ve kimsenin taklit edemediği gitar çalışı ile durduğu yerde durarak sektörü kendisine yaklaşmayı zorladı. Bu vazgeçişi onu müzik endüstrisi tarafından ehlileştirilemez hale getirdi ve tüm ömrü boyunca endüstrinin müzisyenleri ehlileştiremeyebileceğinin canlı kanıtı olarak müzik yapmaya devam etti.
David Crosby ise Beck'in İngiltere'de parçası olduğu müzikal devrimin Amerika'daki karşılığıydı. Beck'in İngiltere'deki denemelerine başladığı dönemde The Byrds ile Amerikan Folk hareketini başlatanlardandı. O da siyah adamın müziğini ezilen beyaz adamın folk müziği ile kaynaştırıp işçilerin ve üniversitelerin isyanını seslendirenlerdendi. Ancak Beck'in aksine bireysel tutumu üzerinden bir tavır göstermek yerine açık bir politik aktivist olmayı tercih etti. O da The Byrds sonrası Stephen Stills, Graham Nash ve Neil Young ile birlikte yerleşik Amerikan sistemine açıkça karşı çıkanlardandı. Kennedy suikastinden Vietnam savaşı karşıtlığına, uyuşturucunun serbest bırakılmasından, cumhuriyetçi politikalara kadar mevcut sistemin karşısında durdu. Bunun için de her seferinde müziğini kullanmaktan çekinmedi. Ohio State katliamı, Vietnam'dan dönülmesi, Irak'da savaşın durması, Wall Street İşgali gibi tüm başkaldırılarda en önde yürüdü.
Crosby, hayatı boyunca başladıkları dönemdeki fikirlerini savunmaktan geri durmadı. Şarkılarında barıştan, özgürlükten bahsetmekten çekinmedi. Bu konuda öyle dirayetliydi ki, ölmeden daha bir iki hafta önce Twitter'da (artık X mi desem acaba) milletin ona yolladığı sarma sigaralara yorum yapıyor, Biden ve Trump hakkında fikirlerini paylaşıyor ve yeni gruplar hakkında yorumlar yapıyordu. Endüstri de onlara büyük bir fırsat yaratan bu yeni müzikal yolu açan bu adamı olduğu gibi kabul etmek zorunda kalmıştı. Zira, insanlarla kurduğu iletişim kıramayacağı kadar derinleşmişti. Onun yerine Crosby'i döneminin içinde tutmayı istedi. Crosby'nin ise bu zaten umurunda bile değildi.
Sinead O'COnnor ise Beck, Crosby ve dönemdaşlarının açtığı bu yolda yürümeye çalışan son kuşaktandı. Artık liberal tahakkümün galibiyetini ilan ettiği dönemde sektör tarafından ehlileştirilemeyen son müzisyenlerdendi. Bir çok insan onu şarkılarından çok sıfır numara saçları, delici bakışları, politik tavrı ve savrulmaları ile bilir hale geldi. O'Connor, İrlanda'nın birleşmesini istediğini açıkça söyleyen, yetiştiği koyu İrlanda katolik ahlakına rağmen milyonlarca insanın önünde Papa'nın resmini yırtan delişmen ve ele avuca sığmaz bir ikon adayıydı. Ancak, müzik endüstrisi Beck, Crosby ve dönemdaşlarının açtığı yolda hemen değil ama zaman içinde bu başkaldırıyı nasıl sönümlendireceğini ve ehlileştiremediklerini nasıl kendi dönemine hapsedebileceğini bulmuştu. Bu yüzden O'Connor ile aynı köklerden ve protestodan doğan ama sonradan ehlileşen Bono ve The Edge sistemin istediği kontrollü başkaldırı talebine uyarak devlet başkanları ile "barış sözcüsü" olarak poz verirken yine O'Connor gibi ehlileştirilemeyenler yavaş yavaş dönemlerine hapsedildi.
O'Connor belki de son dönemde çıkmış en önemli seslerden biriydi ama mevcut endüstrinin artık bir başkaldırıya ihtiyacı kalmamıştı. Dahası, artık başkaldırı endüstriye de yeni bir şey kazandırmıyordu. Bu yüzden endüstri O'Connor'a Beck ve Crosby'e davrandığı kadar yumuşak davranmadı. Her ne kadar o da endüstriyi yok saymaya çalışsa da asıl endüstri onu 2014'den itibaren artık tamamen yok saydı. O'Connor'un ailesi ile olan sorunlu ilişkisi, iflah olmaz politik tavrı, politik çıkışlarındaki zıtlıklar ve en sonunda din değiştirerek müslüman olması da endüstrinin onu yok sayabilmesine yardım etti.
Blues'dan rock and roll'a, oradan da rock müziğe geçilen 60'lar isyanların da sırtını ideolojilere dayadığı zamanlardı. 80'lerden itibaren başlayan tek kutuplu dünyanın ideolojileri ehlileştirmesi ve tekleştirmesi ile müziğe sızan isyanın sırtını dayadığı ideoloji yok olmaya ya da isyan edilen sistemle benzeşmeye başladı. O yüzden, muteşem gitar çalma yeteneğini bir kalkan olarak kullanana Jeff Beck'de, bu isyanı sözlerine en yalın şekilde aktararak kitleleştirebilen David Crosby'de endüstri tarafından yok sayılamadı. Ancak, döneminin en büyük seslerinden biri olan Sinead O'Connor müzikteki protestonun arkasından çekilen ideolojiler yüzünden yok sayılabildi. Bu nedenle, baş kaldıran rock müziğini başlatanlar yok sayılamazken o yolda "zamansız" başkaldıranlar unutulmaya mahkum edilebildi.
O'Connor'un muhalif duruşu ve direnişi ise 90'ları ruhuna uygun şekilde büyük yeteneğini sadece bu yetenekle kazandığı ün üzerinden kitleselleşebildi. Kitlesinden uzaklaştırıldıkça yalnızlaştı ve etkisi azaldı. Etkisi azaldıkça da savruluşları devam etti. Tüm bu savruluşları, hatta sıkıştığı o köşeden kaçmak için son hamlesi olan din değiştirmesinin de bence ardındaki temel nedeni buydu. Beck ya da Crosby gibi kitlelerin temel itirazlarına, kitlesel bir düşünceye dayanan bir kitleselleşme değildi bu. Daha doğrusu, dönemin ruhuna da uygun olarak muhalif kitlesel düşünceler hızla ehlileşerek sistemle uzlaştıkça O'Connor'un protestoları ve düşünceleri de havada kalıyordu. O'Connor'un protestoları elbette Beck ve Crosby gibilerin açtığı yoldan yürüse de onların sahip olduğu o korumaya, yani bir toplumsal düşünceye, sahip olamadı. Öyle ki, O'Connor Grammy'i reddederken Jeff Beck'in evinde bir Grammy kolleksiyonu vardı. Ancak, aslında Grammy ona gelmemiş, aktüel popülerliği ve farklılığı nedeniyle o Grammy'e doğru yelken açmışken Grammy ve endüstri Jeff Beck'e hiç bir değişiklik göstermese de gitmek zorunda kalmıştı. Yani endüstriye gösterilen ve onu zorlayan şey alınmayan değil alınan bu Grammy'ler olmuştu. Bu sayedendir ki, Beck ve Crosby aksine dönemine hapsedilip unutturulabildi.
Sinead O'Connor'un vahşi protestoları, yeni liberal dünyanın uysal protestoları için fazla geçmişte kalmış prehistorik bir uyanış gibiydi. O yüzdendir ki O'Connor'un ölümü sadece 90'ların ölümü değil tıpkı Beck ve Crosby'nin ölümleri gibi 60'ların ölümü. Ancak asıl kabullenmesi zor olan şey muhalif durulabilecek alanların kalmaması ve bu alanları açacak, koruyacak pek kimsenin de kalmamış olması. Oysa daha karşı konulması gereken çok şey var ve hala 60'larda karşı konulanlar hayatımızda var olmaya devam ediyor. Bu yüzden, itiraz edenlere ihtiyacımız var hala. Peki itiraz edecekler ehlileştikçe biz nasıl itiraz edeceğiz? Bu üç insan yerine aynı duruşu gösterecekler gelmedikçe bu sorunun cevabı pek de iç açıcı değil sanki. Sizce?
Yorumlar
Yorum Gönder