Zamanın Savurduğu İnsana Bir Uyarı - John Mellencamp'dan Orpheus Descending



Bu yazı reportare.com'da 06.10.2023 tarihinde yayınlanmıştır.

John Mellencamp ile ilk tanışmam 80'lerin sonuna kadar gider. O zamanlar Türkiye'de çok sık karşılaşamadığımız bir şeydi rock müzik klipleri. Heavy Metal'in ve Hard Rock'un rock dünyasını domine ettiği dönemlerdi. Birden çok kanala yeni yeni alışmaya başladığımız bu dönemde rock gibi asi ve edepsiz müziklerin videolarını pek tercih etmiyordu televizyonlar. Paper in Fire'ın klibi ile TV'de denk gelip izlediğimde vurulmuştum. Neredeyse unutulmuş bir siyahi gettoda neredeyse unutulmuş, fakir ve birbirleri dışında pek de bir şeyleri olmayan bir grup insana kadınlı erkekli beyaz Amerikalı bir grup müzisyen müzik yapıyordu. Şarkı zaten şahaneydi ama asıl vurucu kısmı beyaz adamın yaptığı müziği beğenip kayıtsız kalmayarak onları tasdik edercesine şarkıyla dans eden o fakir siyahi mahallenin sakinleriydi. O yıllar, Mellencamp'in Bruce Springsteen kadar popüler olduğu zamanlardı. Mellencamp o zaman bile konforlu alanından çıkarak en alttakilerle birlikte olmayı, onları konforlu koltuklarına gömülmüş ortasınıf Amerikalıların ve bizim evlerimize sokmayı ve bize bir şeyler göstermeyi seçmişti. Bugün de aynı şeyi yapmaktan çekinmiyor. Zira bu yılın Haziran ayında çıkan son albümü Orpheus Descending'deki hemen hemen her şarkıda aynı şeyi yapmaktan geri durmuyor.

Mellencamp, her zaman yaptığı gibi, Orpheus Descending ile yine Amerikan toplumunun görmek istemediği mevzuları gözüne sokmaktan çekinmiyor. Tüm şarkılar Amerika'daki evsizlik, silahlanma, daralan özgürlükler, zenginlik hırsı, omurgasızlık gibi çok net mevzular hakkında hiç eğip bükmeden bodoslama, açık açık bahsediyor. Meramını süslü kelimeler, benzetmeler, göndermeler ardına saklamıyor. Albüm açılır açılmaz hiç sözünü sakınmıyor ve ortasınıf rahatınızı ve vicdanınızı dürtüklemeye başlıyor.  


Albüm, Mellencamp'ın tanrıya "Eğer hala oradaysan buyur gel şu dünyaya artık, biz bu işi idare edemiyoruz" demesiyle açılıyor. Hey God her ne kadar tanrıyı göklerdeki evinden bizim fakir dünyamıza çağırsa da bu çağrı pek de öyle umutkar bir çağrı değil. Mellencamp, her ne kadar tanrıyı göklerdeki evinden yeryüzünün kaosuna çağırsa da tanrıdan pek bir şey de bekliyor gibi görünmüyor. Zira, bu çağrıyı yaparken tanrıya "Senin bizim yanımızda olmadığını zaten biliyoruz da sen asıl bizimle ilgili kafanda neler var onu söyle" diye soruyor. Tanrıya çağrısı, bir şeyleri düzeltmesine dair bir beklentiden çok bu işin sonunu nasıl getirecekse bir an önce getirmesini istemek daha çok. Zira "Silahlar benim gerçekten hakkım mı? Kanunlar çok yıllar önce yazılırken bu olacakları kimse tahmin edebilir miydi bu olacakları?" Mellencamp, Hey God'da tanrıyı çağırırken kendi kural ve kanunları da yargılamaktan çekinmiyor. 

Hey God'un ardından gelen The Eyes of Portland'da da rahat bozmaya devam ediyor Mellencamp. Bu sefer, Portland sokaklarında dolaşırken gördüğü evsizleri gösterip "Hiç bir şeyin gözden kaçmadığı bu zenginlikler ülkesinde tüm bu evsizler nereden geliyor?" diye sormaktan çekinmiyor. Sadece sormakla da kalmayıp "Sizin gözyaşlarınız ve dualarınız bu evsizlere yardım etmeyecek." diyerek "Bu ülkenin bunu görmesi için daha ne gerekiyor?" diye ekliyor ve orta sınıfın vicdan temizleme ritüellerini bir köşeye fırlatıp atmaktan geri durmuyor.

Albümün üçüncü şarkısı The So-Called Free'de de durmuyor Mellencamp. Şarkının ortalarında bir akrabasının ardında "Hayat çok sıkıcı" diye bir not bırakarak intihar etmesini anlatıp ardından "Hiç bir yerde kahramanlar yok, Hiç bir rüya erişilebilir değil. Bu yüzden mutluluk demeyin lütfen" diye devam ediyor. Şarkının son bölümü ise bu ironiyi tamamlıyor. Son bölümde intihardan bahseden şarkı içinde "İşte moraliniz bozulduğundan söyleyebileceğiniz bir şarkı bu. Tatlı bir melodisi ile yüzünüzdeki mutsuzluğu çekip alabilir." deyip yine orta sınıfa dayatılan "mutlu olma" mitine yumuşacık sözlerle oldukça sert bir gönderme yapıyor. Şarkının sonunda ise "Özgürlük hakkında bir şeyler söylemek belli ki bir çok insan için bir anlam ifade ediyor ama benim için bir anlamı yok. Çünkü, yalan özgürlüklerin ülkesinde bir köşede bastonuma dayanmış dururken tüm bu yanlış kehanetlerin tehlikesinin farkındayım." diyerek orta sınıfa dahil tüm insanların düştüğü mutluluk ve özgürlük tuzağının yarattığı yıkımı anlatıyor. 

The Kindless of Lovers'da ise sevgi ve aşk var ama alışık olduğumuz türden bir aşk şarkısı değil. Mellencamp bu sefer zamanında yaşadığı fırtınalı aşklardan yola çıkarak orta sınıfın aşk adı altında yaşadığı şeyi sorguluyor. Amen'de ise "Tüm ülkede üzüntü kol geziyorken, daha önce bir çok kez yaptığımız gibi, bu hastalıklı hayatı sürdürmek için amin deyip kapımızı kapatıyoruz." diyerek tüm bu yaşananları görmemek için nasıl kafamızı kuma gömmeyi tercih ettiğimizi yüzümüze vuruyor.


Bütün bu sorgulamalar sonrasında gelen ve albüme ismini de veren Orpheus Descending ise aynı olumsuzluklarla başlasa bile albümün en umutkar şarkısı olarak çıkıyor karşımıza. Şarkı her ne kadar pandemi dönemindeki kapanmalara gönderme yapıp Amerika'daki nasıl bir polis devleti olduğuna dokundurarak başlasa da Mellencamp sonunda "Eğer inanıyorsak her zaman bir çıkış yolu vardır" diyerek hala umudunu ayakta tutmaya çalışmaktan da geri durmuyor. 

Orpheus Descending, her ne kadar albümün genel olarak anlatmaya çalıştığı mevzularla bir arada dinlenince tamamen bugüne dair bir şarkı olarak gözükse de aslında bambaşka göndermeler de içeriyor. Zira, hem şarkının hem de albümün ismi olan Orpheus Descending aslında Amerika'nın en önemli oyun yazarlarından biri olan  Tennessee Williams'ın yazdığı bir Broadway oyununda alınma. 1959'da Marlon Brando'nun başrolde oynadığı, 1990'da ise  Vanessa Redgrave'in başrolde olduğu sinema versiyonları da var. Modern bir Orpheus hikayesi olan bu oyunda Amerika'nın güneyindeki küçük bir kasabaya giden seksi bir erkek müzisyen ile bu kasabada iş bularak çalışmaya başladığı bir dükkanın sahibi kadın ile yaşadığı tutkulu aşk üzerinden seks, ırkçılık, konformizm gibi mevzular ele alınıyor. Sözlerindeki son kıta aslında doğrudan bu oyuna göndermeler içeriyor. Oyunun konusuna, albümün genel olarak sözlerine ve anlatmaya çalıştığı meramına bakınca şarkı da ismi de bence gayet yerinde.

Orpheus Descending'i takip eden Understated Reverence'de ise yorgun ve huzur arayan John Mellencamp ile karşılaşıyoruz bu sefer. "Suçlamaya yarın devam edebilirsin. Bırak zaman kayıp gitsin" diyerek tüm bu kaotik yaşamın içinde huzurlu bir kaç saatin arayışına sokuyor bizi ve kendini. Takip eden One More Trick'de de bu yorgunluğu devam etse de "Sonunda boynuma kementi geçirdiler ama benim pek umurumda değil. Kazandıklarını biliyorum ama son bir numaram daha var bu hayattan gitmeden" diyerek hala kafa tutmaya ve dik durmaya devam ediyor.


Albümün manifesto şarkısı ise tam burada arz-ı endam ediyor. Lightning and Luck ile Mellencamp eteğindeki tüm taşları döküyor. Daha şarkı açılır açılmaz "Aydınlık beni görmeye gelmeyecek. Bu dünya alçaklarla dolu, bu yüzden seni bir daha görmeye gelmeyeceğim dedi. Onunla aynı fikirde olmamam mümkün değil" diye başlıyor söze. Devamında ise silah tacirlerini doluyor diline. Burada da kalmıyor. "Bir çok kahraman var bizlerin körleştiği zamanlarda bizim için ayağa kalkan. Bizler ise kasabalar, yollar ve heykeller yapıp, o kahramanların şarkılarını kafiyelerini önemsemeden söylüyoruz. Dillerimizde geçmiş hakkında savrulan sözler ile hiç bitmeyecek ahlaksız bir güce sahip olmak için her şeyi söylüyoruz." diye devam ederek toplumu değiştirenlerin nasıl toplumun çöküşü için kullanıldığının da resmini çiziyor. Orta sınıfın da yakasından tutup sarsmaktan geri durmuyor bu şarkıda Mellencamp. "Tüm kibrimiz ve sersemliğimiz ile tüm insanlar haklarının olduğunu sanıyor. Sonra, ben onlara o hakların tümünün yok olduğunu söylediğimde yüzüme tükürüyorlar ama hiç biri bu hakları bir yerlerdeki herhangi bir pazarlıkta kaybettiklerini fark etmiyor ya da önemsemiyor gözüküyor." diyerek orta sınıfın boş vermişliğini, kibrini, umursamazlığını ve doğrulara karşı kendilerini nasıl kapattıklarını yüzlerine vuruyor.  Şarkının en sonunda ise "Sadece biz öyle olduğunu düşündüğümüz için hiç bir şey doğru olmuyor. O sadece bizim düşüncemiz. Açıkçası, ben eylemler çok şey ifade eder. Duygularımıza hakim olmamız gerek yoksa hepimiz yok olacağız." diyerek insanların kendi gerçeklikleri ile gerçek arasındaki kayboluşlarına son vermemiz gerektiğini, aksi halde olanı da kaybedeceğimizi söylemekten geri durmuyor. Her seferinde de aynı umutkar tavsiyeyi vermekten geri durmuyor: "Anlaman için çok derinlere bakmana gerek yok. Birazcık aydınlık ve şansı kullanmak yeterli."


Albümün sonlarında Bruce Springsteen'le de karşılaşıyoruz. Mellencamp'ın geçen yıl çıkardığı ve benim bayıldığım Strictly a One-Eyed Jack albümünde de Bruce Springsteen hem vokal olarak hem beste olarak ciddi katıda bulunmuştu. Bu sefer Mellencamp'a özel bir şarkı vermiş Springsteen. Perfect World albümün en umutkar en uysal şarkısı. Şarkının ilk iki kıtasını Mellencamp mı söylemiş yoksa Springsteen mi söylemiş gerçekten anlamak zor. Albümün en umutkar şarkısının artık huysuz bir ihtiyar olan Mellencamp'dan değil "The Boss"dan gelmiş olması pek şaşırtmadı beni. Bruce Springsteen her daim anlatmak dokunmak istediği konuları imgelerle zenginleştirmeyi severken Mellencamp her zaman daha doğrudan anlatmayı tercih etmiştir zaten.

Albümün son şarkısı Backbone'da tam Mellencamp'a uygun şekilde anlatıyor meramını. Tüm toplumu sorgulayan ve tüm iki yüzlülüklerini yüzüne vurmaktan tüm albüm boyunca geri durmayan Mellencamp, kendini sorgulamaktan da geri durmuyor. Artık günlerinin azaldığını ve gözlerinin artık daha az görmeye başladığını fark etmiş bir insan olarak, tüm albüm boyunca anlatmaya çalıştığı içinde bulunduğumuz hayatın yalanların, çürümüşlüğün ve kinin bizleri ve kendisini sonsuza kadar takip edeceğini kabulleniyor ve geçmişteki tüm kazandıkları ve kaybettikleriyle beraber kalan hayatında bir miktar mutluluk verebilmeyi umut ediyor. Ancak, ardından "Gerçek, her zaman burnumun ucunda duruyordu. Ancak, çıplak gerçeğin kendisi bilinmesi çok zor bir şey ve ben gerçeği reddedip gözlerimi ve kulaklarımı gerçeğe kapatarak her söylediğim yalan için kendimi suçluyorum." en ağır eleştiriyi kendisine getirmekten geri durmuyor. En sonunda da kendi hayatının özetini çıkartıp "Günün sonunda hiç sanmasam da bir şeyler öğrenmişimdir. Bu insanın hayatında sahip olabileceği en güzel şey. O zaman, hayatımın kalanında daha iyi biri olmaya çalışacağım." diyerek yaşamının kalan kısmı için de kendine bir ödev vermekten geri durmaz. Mellencamp tüm şarkıyı tek bir kişisel manifesto için yazmış ve yaşadığımız bu dönemde insanoğlu için en güzel manifesto bu: "Bırakın kendi omurgama dayanayım. Böylece ölmek için beni son kez yatırdıklarında hala kendi onuruma sahip olabilirim."


Orpheus Descending gerçekten çok katmanlı bir albüm. Albümün sadece sözleri değil besteler ve enstrüman kullanımı da çok iyi. Gitar, armonika, violin, akordeon, perküsyon, org ve piyano birbiri ile şahane kaynaşmış. Her biri, tam olması gereken yerde ve Mellencamo'ın sözlerinin vermek istediği duyguyu daha da yükselterek şahane bir uyum sağlamış. Mellencamp slide gitarı çok iyi kullanmış. Hey God'daki slide gitar kullanımı ile şarkı meramını çok daha kuvvetli anlatabiliyor. Şarkının ortasında giren kısacık violin ise insanın içine işliyor. The Eyes of Portland'ın temel melodisi ise tamamen Mellencamp'ın slide gitarı üzerine kurulmuş ve beni çok şaşırttı. Mellencamp'ın gitar çalışının hiç bu kadar güçlü olduğunu fark etmemiştim. Bu yüzden albüm bu açıdan da beni oldukça şaşırttı. The So-Called Free'deki org kullanımı da şahane olmuş. Şarkının ortasından itibaren kendini iyice belli ediyor ve şarkının ortasından itibaren küçük dokunuşlar ile şarkıyı çok iyi yükseltiyor. Uzundur pek karşılaşmadığım ve benim bayıldığım o eski usul org tonu ister istemez insanın içine işliyor. Aynı durum viyolanın da eklenmesi ile One More Trick'de de çok ne t hissediliyor.

The Kindless of Lovers, Understated Reverence ve Perfect World albümün yavaş şarkıları. Özellikle Understated Reverence'da piyano ön plana çıkıyor ve belki de albümün en Amerikan standardı şarkısı. The Kindless of Lovers'ın ortasındaki viyola ise içinize işlerken şarkıyı tekdüzelikten de kurtarıyor.  Perfect World ise ortasındaki armonika ile aslında bir Springsteen şarkısı olduğunu hatırlatıyor. İçindeki org ise yine hem şarkıyı hem de Mellencamp'ın gitarını tatlı tatlı yükseltiyor.

Albümün ritm açısından en enteresan şarkısı Amen. Benzer bir ritm farklılığı Hey God ve Orpheus Descending'de de var ama Hey God'un ritmi oldukça rock. Bu şarkıların ritmlerinde fark daha çok alıışık olunmayan bir ypaıda çalınmaları. Oldukça caza yakın bir davul üzerine yine caz tınılarına yakın bir piyano ile açılıyor ve bu şarkı sonuna kadar devam ediyor. Ancak bu şarkının miksinde bir gariplik geldi bana. Zira, enstrümanlar vokalin çok önüne geçmiş. Çok güzel org, davul, bas gitar ve tatlı bir elektro gitar solosu ile şarkı gayet keyifli olsa da Mellencamp'ın vokalleri sanki bunların altında kalmış gibi. Bilinçli bir tercih mi bilemiyorum ama bu açıdan albümdeki diğer şarkılardan da ayrılıyor. Orpheus Descending'deki ritm de oldukça funk bir ritm. Bu kadar Americana bir şarkıda bu derece bir funk ritm kullanmak bana şaşırtıcı geldi. İçindeki viyola kullanımı da buna uygun şekilde oldukça farklı.

Albümdeki en Americana şarkılar ise Mellencamp'ın manifesto olarak albüme koyduğu Lightning and Luck ve albümün sonunda kendi yaşam hedefini anlattığı Backbone. Her iki şarkı da buram buram Amerikan folk kokuyor. Sanırım Mellencamp, hayat manifestoları Amerikalılar tarafından daha rahat anlaşılsın diye böyle yapmayı tercih etmiş. Her iki de su gibi akan ve hem beste hem aletler olarak çok uyumlu akan şarkılar. Hem ritmler, hem piyano ve org kullanımı hem viyolalar Mellencamp'ın vokali ve gitarı ile şahane bir uyum sağlamış. 


John Mellencamp son iki yıldır huysuz ihtiyar olarak yaşadığı toplumun içindeki tüm aksaklıkları ve iki yüzlülükleri insanların yüzüne vurmaya devam ediyor. Geçen yıl çıkardığı Strictly a One-Eyed Jack'de böyle bir albümdü. O albümde de I Always Lie to Strangers, Streets of Galilee, Did You Such a Thing, I'm a Man That Worries gibi yine meramı olan bir çok şarkı vardı. Ancak, o albüm müzikal olarak çok beğenmiş olsam da bu albüm kadar bütün ve dengeli bir albüm değildi. Bu albüm çok daha nokta atış şarkılarla bezenmiş kişisel bir manifesto tadında güçlü ve çok katmanlı bir albüm. Tıpkı bir önceki albümdeki gibi Bruce Springsteen'in desteği devam ediyor. Albüm kapağındaki resim ise Mallencamp'ın 3. evliliğinde doğan oğlu ressam Speck Mellencamp'ın Sokak Performansı isimli resmi. 

John Mellencamp, 80'lerin başından beri siyasete yakın bir isim. İflah olmaz bir demokrat ve aktivist.  80'lerin ortasından itibaren milyonlarca albüm satmış, Grammy dahil bir çok ödül almış, Dylan'dan John Fogerty'e kadar Amerikan folk rock müziğinin en büyük isimleri tarafından döneminin en büyük bestecisi olarak kabul edilen birisi. Dylan'dan, John Fogerty'e, oradan da günümüze folk besteciler kuşağının Bruce Springsteen ile birlikte en önemli köprüsü. Ancak, tüm bunlara, paraya ve üne rağmen 80'lerin ortasından beri A.B.D.'deki aile çiftliklerini desteklemek ve çok uluslu tarım şirketleri nedeniyle zor duruma düşen aile çiftliklerine destek olabilmek için 1985'den bugüne kadar halen devam eden bir destek hareketi başlatacak, internet sitesinde açıktan Bush yönetimini hedef alan açık mektup paylaşacak kadar hayatın içinde ve muhalif birisi. 

Orpheus Descending'deki duruşu da onun için yeni bir duruş değil aslında. Ancak bu albüm, bu duruşunun en kristalize hallerinden biri. Aslında çok basit bir şeyi arıyor tüm albüm boyunca; tüm bu omurgasız düzenin ve insanların içinde omurgalı durabilmek. Bunun için de doğru bildiğini açık açık söylemekten çekinmiyor. Bunu yaparken de bildiği doğruların ne kadar doğru olabileceğini sorguladığını da saklamıyor. Tarihin bilinmezlere doğru dümen kırdığı ve bizim de bu seyri hipnotize olmuş şekilde izlediğimiz bu günlerde tutunabileceğimiz tek şeyin kendi omurgamız olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bunu da bu sefer çok güzel yapmış bence. Zamanın insanları savurarak zamanında oldukları yerlerden çok farklı yerlere ve düşüncelere savurduğu bu günlerde Mellencamp ve onun yapmaya çalıştıklarına ihtiyacımız var sanki. Sizce? Bence Orpehus Descending'e bir kulak kabartın. Cevabınız vermenizi kolaylaştırabilir.

ORPHEUS DESCENDING ALBÜM PUANI: 8,56 / 10

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akreplerin İstilası - Scorpions İstanbul'da

Wishbone Ash İstanbul'daydı...

Megadeth'in İstanbul Macerası