Şizofren...
-Barış istiyorum artık.”
dedi.
- Sakin ve mutlu bir hayat.
Kafamı kaldırıp baktım bağlı olduğum sandalyeden. Sağ gözümden her şey kırmızı bir perdenin ardından görünüyor. Genç bir çocuk karşımdaki. Yaşı kaç acaba? Gözüme kan oturmuş belli. O kızıllık altından hayal meyal seçilen parlak yüzünü algılamak bile zor geliyor o an. aramızda bir ömürlük yaşanmışlık var. En azından onun ömrü kadar.
- Ya sen?
diye sordu. “Ya ben?” dedim içimden. “Tabii ki evet.” Ama nasıl söyleyeceğimi bile bilmiyorum. Korkuyorum açıkça. Hasar tespiti yapmaya çalışıyorum bir taraftan.
- Ayna var mı?
Sorulacak soru mu bu şimdi? Aslında “Ben de” diyecektim. Nereden çıktı ayna istemek şimdi. Ölümün 100 farklı yolu varsa her birini tek tek yaşayabilirim şu an. Beni o 100 yolun hepsinden geçirip 100 kez öldürebilir. Bir sandalyede elleri bağlı, gözü patlamış bir adamın söyleyeceği laf mı bu şimdi. “Ben de” desem kurtulabilir miydim acaba? Şimdi kendime bir kez daha kızıyorum. “Ben de desene lan salak.”
Arkasını döndü. Duymadı her halde. Bir cesaret söyledim:
- Ben de istiyorum.
- O zaman kabul et artık. Kabul et de bu işkence bitsin ikimiz için de.
İyi ayna istediğimi duymamış demek ki. Ellerim bağlı olmasa sağ elimin parmak uçlarını birleştirip “Bak güzel kardeşim” hareketi ile “Gözü patlayan benim kardeşim sana niye işkence oluyor ki…” diyeceğim ama ellerim bağlı. Dürüst olursak tırsıyorum. Hani ellerim bağlı olmasada yapmam o hareketi. Hatta hiç bir hareket yapmam. Öyle donmuş ve sefil bakarım.
- Neyi kabul edeceğim ki… Sen beni kabul etmiyorsun.
Cesaret hapı alsam söylemem lan ben bunu. Neremden çıktı şimdi bu. Gerçekten söyledim mi böyle bir şeyi? Söyledim sanırım. Neyse. Kulakları iyi duymuyor her halde. Biraz önceki saçmalamamı da duymamıştı. Bunu da duymamıştır. Susayım en iyisi. Evet, susayım. Ya da susmayayaım ama saçmalamamalıyım. Mesela su mu istesem. Ya da “Tuvelete gidebilir miyim?” desem. Boku yedim şimdi. Panik modu başladı. İyice saçmalayacağım. Dilimi ısırıp susmam lazım. Dilimi ısırayım. Evet.
- Bana baksana…
Önümde dizinin birini yere koymuş, efe pozisyonunda duruyor. Elindeki tüfeğini yere dayamış, namlusu havada. Ne zaman geçti karşıma öyle. Tabii, kendi paniğimle uğraşıtrken geldi karşıma böyle. Farketmedim bile. Dilim acıyor. Şimdi istesede konuşamam artık.
- Bana bak.
Kaldırıyorum başımı. İrkiliyorum birden.
- Sen?
diyorum.
- Evet, ben. Barış istiyorum. Beni kabul et artık. Ben de senim. Parçanım senin. İşkence etme bize. Barış benimle. Kendinle barış.
- Önce sen kabul et beni.
Kızgınım şimdi. Ben bana bunu nasıl yaptım? Niye? Öldüremem ya kendim. Genç dostum daha çok yaşadım ben senden. Güç bende şimdi. Ellerim bağlı ama yaşadıklarımdan süzülecek zehir gibi sözlerim var benim. Yine de dilimi ısırmasaydım iyiydi.
- Sen kabul et beni. Bırak özgür olayım. Bırak konuşalım. Sen ve ben aynı değiliz. Aynı olmayalım. Burada beraber yaşayalım. Bırak beni. Bırak ve bitsin ikimiz için de bu işkence.
- Bak akıllı birisin. Bırak beni bitsin.
Güldü. Güzel bir gülüşle güldü. Kalktı ve arkasını dönüp yürüdü kapıya doğru.Kapının önünde durdu. Arkasını dönmeden tekrarladı.
- Söylediklerimi kabul et. Özgür ol.
- Birbirimizi kabul edelim ve gidelim buradan. Birlikte ne dersin?
- Gitmeyeceğim. Sen de gitmeyeceksin.
Geri döndü birden. Hızla üzerime doğru yürümeye başladı. “Tamam.” dedim içimden. “Tamam. Yolun sonu burası.” Arkama dolandı işte. 100 yoldan hangisine doğru yürüyeceğim acaba?
- Git.
dedi. Bileklerimin birden hafiflediğini hissettim. Kollarım yana doğru sarktı birden.
- Git. Ama barış istiyorum seninle. Kabul et söylediklerimi ve git.
- Aynı şeyleri söylüyorum ben de. Birlikte kabul edelim kendimizi.
- Peki gidecek misin?
- Hayır. Kabul mü?
- ?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akreplerin İstilası - Scorpions İstanbul'da

Wishbone Ash İstanbul'daydı...

Megadeth'in İstanbul Macerası