Reyhalı'dan Bildiremiyorum...

Dün İstanbul'da, yaza göz kırpan güzel bir bahar öğleden sonrası, ailece sahilde yürürken hiç bir şeyden haberdar değildik. Paten kayanlar, bisiklete binenler, banklarda güneşlenenler, köpeklerini gezdirenler arasında kendi halinde bir beyaz Türk hafta sonuydu işte. Annler gününde ne yapacağımız, bu ayın sonunu nasıl getireceğimiz gibi günlük gaileler ve aile içi dedikodularla geçen bir gündü. Hani, aklıma gelip kızımın patenle kayışını videoya almak istemesem ve o arada Twitter'a girmek aklıma gelmese o gün belki de hiç haberdar olmayacaktım Reyhanlı'dan. Tenime değen güneşin bu ülkede bir başka yerde, tam da kemiklerimi ısıtırken, yanmış ve kopmuş insan bedenlerini de aynı anda aydınlattığını öğrendim bir anda.

İlk Körfez Savaşı ile savaşın bir yıkımdan çok uzaktan izlenen bir video oyunu haline geldiği zamanları hatırladım birden. Gaziantep'deydik o zaman. Acının sanallaştığı, yalanın gerçek kabul edildiği yeni zamana şahitlik yapıyorduk aslında. Zaman çizgisi 20 ölü ile başlamıştı işte. Önümde akan ekrandan feryatlar, yangın ve aşağıdaki şu resim.


Elleri havada yakaran, yardım isteyen, ahdeden bir anne. Bugün anneler günü. Halen bir bomba patlamadı yakınımızda ve annemiz ellerini göğe kaldırım yakarmadı bizim için bir bomba çukurunda. Yakarmasın da. Hiç bir anne evladını kaybetmenin acısını hele böyle tatmasın. Hani eskilerin değimiyle "Allah sıralı ölüm versin." Versin ki, anneler bu acıyı tatmadan yumsun gözlerini, acısı bizlere kalsın.

Benim gibi ilk Körfez Savaşı'nı TV'den seyredenlerin iğdiş edilmiş acı ve empati hisleri bile bir an için durmuştur bu fotoğrafla. Sadece, bu kanla beslenecekler için tehdittir bunlar. Gizlenmelidir. Üstü örtülmeli, acilen sorumlu olarak hedef tespit edilmeli ve bu hedef de bugüne kadar savunduklarına uygun olmalıdır.

Yalan burada başlar. Bu elim olay bizim birliğimizi, beraberliğimizi bozmak isteyenler tarafından ve barış sürecini baltalamak için yapılmıştır. Biz o kadar bir ve beraberizdir ki bu birlik ve beraberlik için bir barış yapma zorunluluğumuz vardır.

Olsun. 30 yılda 40.000'den fazla canı ne olduğunu her iki tarafın da tam olarak bilmediği bir ülkü uğruna feda etmiş bir ırk(lar)ın afadıyız biz. Mart ayında açan güneşi görüp erken çiçek açan badem ağacı gibiyiz.

Bu menfur saldırı, bölgede büyük bir güç olan ülkemizin mevcut konumunu çekemeyenler tarafından gerçekleştirilmiştir. Nasıl bir büyük güçsek biz, 5 gün önce patlayacak arabanın plakasına kadar istihbarat alıp yine de o arabaların patlamasını engelleyememişizdir.

Bunların tümünü aklımdan geçirirken eve varmıştım ki resmi ölü sayısı 42 olmuştu bile. Zaman çizgim  ise çok daha büyük sayılar gösteriyordu bana. Patlayan bombaların sisi inmemişti daha yere. Biz bilmiyorduk eşimiz biliyordu o sıralarda, ıssız adalara düşmüşlerin ada konseylerinde kimin gideceğine dair SMS'ler atıyorduk, kimseler bize benzeyemezdi ki Virjin olamayan Huysuz bir kahkaha arıyorduk. Entellektüel dünyamıza uygun olmayan bu iğrenç ve uyuşturucu programlara karşılık tabii ki bize uygun belgesellerimizde kendimizi buluyorduk.

Kim yaptı avı başlamıştı artık. Esad (pardon Esed) yaptı, ÖSO yaptı, barışı istemeyen PKK'lılar yaptı, Ergenekoncuların işi... O rahat koltuğumuzda artık ne olduğuna değil nasıl olduğuyla, kimin yaptığıyla ilgilenebilirdik. Sormamamız gereken sorular vardı. Neden bu ülkede (hem de çözüm süreçleri, akil adamlar dönemlerinde) bombalar patlamıştı? Neden bu sözde büyük ve sözde lider ülke kendisinin güvenliğini sağlayamıyordu? Neden bu ülke kendi insanının canını yancısı olduğu bir poker oyununa feda edebiliyordu? Bu bombalar bu ülkede hiç patlamayabilir miydi? Sormamalıydık bu ve bunlar gibi soruları. Barış sürecini baltalamamalıydık. Lider ülkemizin liderliğine halal getirmemeliydik.

Anneler gününde canı yanan anneleri görmemeliydik. Bugün anneler günüydü. Annelerinize sarılıp akşam derbi maçını izlemeliydik. Ölenler için yas günü değildi. Onlar menfur bir saldırının yıllar sonra istatistiklerde birer rakam olarak tarihe kaydedilecek tebaaydı. Konuşmak isteyenler engellenmeliydi. Yasak konulmalıydı ki patlayan bombaların sisi havada kalsın, gerçek suçlular ardında gizlensin, yoka karışsın. Savaş çığırtkanları çıksın ortaya, sırça köşklerinden Şam'ı 3 saatte alsın.

Korkularınızı, o en görünmez, en güçlü, en ağır zincirlerinizi unutmak için çıkın güneşe ve kanlı güneşinizde annenizin elini tutun şimdi. Ama unutmayın, acıyı paylaşamayan bir ülke mutluluğu da paylaşamaz. Açın TV'nizi haydi eller havaya...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akreplerin İstilası - Scorpions İstanbul'da

Wishbone Ash İstanbul'daydı...

Megadeth'in İstanbul Macerası