Kahve

Nefes almaya başladığı o andan itibaren görebildiği 13870. güne de uyanmıştı. Tam olarak 13870 gün 2 saat 47 dakika 15 saniye, 16, 17... Saniyeleri saymalı insan uyandığında. En azından ilk 3 saniyesini. Ama gözlerin kapalı olmalı. Uykunun yastığa gömüldüğünden emin olmalı. Yastıktan kulaklarına doğru yükselen uykunun sıcaklığını hissetmeli saniyeleri sayarken. Kendi kokunla karışık bilmediğin, sadece rüyalarında karşına çıkan senin terinin karıştığı buharı hissetmeli. Güneşin sinsice tahtalarla kapatılmış pencereden süzülen, gözlerini kör etmek için pencereden süzülüp yüzünü yalayan, odayı aydınlatırken içindeki karanlığa süzülemeyen ışığından kaçarak kalkması gerek yataktan. Gözleri kör olabilir çünkü. Gecenin karanlığında doğan ve hatırlayamadığı tüm rüyalardan aklında kalan o parlak renkleri güneşin silmesine izin vermemeli. O 3 saniyede söyleyemediğin kadar büyük ışık yılı uzaktaki yıldızların ışıklarını azat etmeden güneşin o iğrenç selamını almamak gerek.

Hayatının bu 13870. gününün 48. dakikasında rengi sarı mı turuncu mu olduğu belli olmayan, üstünde lekelerden artık görünmez siyah desenli, donmasını önlemek karşılığında tenine değdiği yeri ısırarak kızartan o pis battaniyeyi üstünden atıp yatağından kalktı. Rüyaların ve uzayın en uzak yıldızlarının ışıklarıyla beyninin kıvrımlarında gezinen tüm hayallerin güneşin yakıcılığına hazır olduğuna emindi. Yine de çıplak ayakları ham beton ve üstündeki çakıllara değdiği an ayın ve yıldızların değil güneşin zamanına geldiğini anladı. Betonun ve molozların ayaklarından yukarı doğru yayılan soğukluğu ve keskinliği ile beyninin kıvrımlarında saklanmış olan son rüya imgeleri de yerini soğuk bir boşluğa bırakmıştı. "Hay anasını.. " dedi fısıltıyla. Devam ettirmedi. O güne hazırladığını sandığı rüyalar, yastığına gömdüğü uyku buharı ile ısınmış kulaklarından boşluğa süzüldü. Boş bir beyinle güne başlamak zordur. Boş bir beyin için sadece küfür edilir.

Yatağın yanındaki terlikleri ayağına geçirdi. Bir anda boşalmış beyni nedeniyle kafası bedeninden daha yukarıda hissediyordu. 13870. günün 49.dakikası içinde saniyeler tıpkı 48. dakika için olduğu gibi aynı hızda ilerliyordu. Evrenin kurulu saati içinde zaman hep aynıdır aslında. Onu hızlandırmak ya da yavaşlatmak gücün yoktur. Bunu biliyor olsa da 49. dakikanın tümünü yatağın kenarında ayaklarındaki terliklerle oturmuştu. O 49. dakikanın 48. dakikadan daha hızlı geçtiğini düşündü.  Çıplak betonun zamanın hızını eritip yavaşlatmasını beklemek gerekiyordu.

"Evrenin saatiyle uyum sağlamak imkansız değil mi?" dedi yüksek sesle. Sesinin sıvasız tuğla duvarda yankılanmasına şaşırdı. Beyninin kıvrımlarından ağzına süzülen her bir kelimenin duvarlarca tekrarlanması anlamsızdı. Duvar için zaman şu bitirdiği 49. dakikanın uzunluğundan da uzundu bir duvar için. Evrenin saati onun neden umurunda olsundu ki? "Bir kahve yapayım." dedi yine yüksek sesle. Duvarlar da tekrarladı. "Sen ne yapacaksın kahveyi, geri zekalı" dedi içinden. Duvarların ona cevap vermesini sevmemişti. Sesini taklit eden duvarları sevmezdi zaten.

Kalktı. Yerdeki cezveyi aldı. Yanındaki cam kavanozun dibindeki kahveden kaşıkla tepeleme kahve koydu cezveye. Kaçıncı dakikada oldu bu? 50? 51? Peki fincan nerede? Güneş göğe yükselirken zamanın akışı da mı hızlanıyordu? Bilemedi. Sanırım 51. dakikaya girmiş olmalıydı. Yoksa 50. dakika devam mı ediyordu? 3 saniye daha gözlerini kapadı. "Evet" dedi içinden "Şimdi 51. dakikamdayım. Kahve yapmak için güzel bir dakika bu." Gözünü açtığında porselen fincanı gördü. Ters olarak tabağının üstündeydi işte, tam cezvenin yanında. 3 saniye bazen bulamadığın bir şeyi bulmak için yeterlidir. Fincan en can alıcı şeydir kahve için. Cezvenin büyüklüğü değil fincanın taşıdığı su kadar olur kahve çünkü. Ne eksik, ne fazla. Kaşık da önemlidir gerçi ama kaşık olmasa da göz kararıyla koymak mümkün kahveyi cezveye. Hani silkeleye silkeleye, yavaş yavaş. Suyu öyle koymak zordur ama. Göz fincanın alacağı suyu az görür hep. Göz kararı koydun mu hep suyu fazla olur kahvenin. Duvar ne düşünür bu konuda acaba? 51. dakika bitti mi? Sanmam.

Yerdeki piknik tüpünü yaktı. Alevin belli belirsiz gözüktüğü ama önünde o soluk haliyle perde kurduğu o deliklerden gazın çıkardığı o ıslık gibi, insanı deli eden sesi duyuncaya kadar kıstı. Duvarların bu ıslığa ıslıkla eşlik etmesi ne garip. Düdüklü tencerenin içinde oturan birinin kahve yapması gibi. Cezvenin içindekileri kahve suya tamamen karışıncaya kadar karıştırdı. Su? Ne zaman koymuştu suyu? Fincana baktı. Islaktı fincan. "Bir iş yaparken başka şeyler düşünmemek gerek. Bak doğru mu ölçtüm suyu bilemiyorum şimdi. Ya iki fincan su koyduysam? Sanki iki fincan su yok gibi ama, ya iki fincan koyduysam?" 51. dakika bitti sanırım. 3 saniye daha bekle ve cezvenin içindekileri karıştır. Evet. Bu 52. dakikam benim ve ölçüm doğru.

Cezveyi içinde kahve, su karışımıyla tüpün üstüne koydu. Şimdi dakikaları saymak dışında yapılacak bir şey kalmamıştı işte. Önce cezvenin bakır yüzeyi ısınacaktı. Hani, bundan 1825 gün, 4 saat, 38 dakika önce yerin altından başında sarı bareti, üstünde turuncu yeleği ve mavi tulumu ile kazı sırasında bakır tozunun gözlerine kaçmasın diye verdikleri gözlüğü boynuna asılı Şili'li bir işçinin bakır bronzluğundaki yüzüyle çıkardığı, 1729 gün, 2 saat 45 dakika önce Hollandalı sarışın, uzun boylu, yanmaz tulumu altında 1085 derecedeki fırında döktüğü, 1567 gün, 5 saat, 56 dakika önce Esenler'de baretsiz, askılı tulumu, gözünde fırına bakmasını sağlayacak gözlüğü ve yandan taktığı beyaz bareti ile döverek şekillendirdiği bakırdan yapılan cezve. Cezve ısındıkça, bundan 28 saat 15 dakika önce kuyudan çekmiş olduğu su ısınacak, yine bundan 185 gün 3 saat 15 dakik önce Afrika'nın kahve tarlalarında üstü çıplak, altında sadece aptal bir şort olan siyah bir ırgatın topladığı kahve pişmeye başlayacaktı. "Dünyada yaşanmış binlerce gün, yüz binlerde saat, milyonlarca dakikanın karışımı şimdi bu 52. dakikamdan itibaren birleşiyor." diye düşündü. Sesli söylemek isterdi bunu ama yapmadı. Duvarlardan ona bakan tuğlaların yaşadığı zamanın bu fincanın içinde ısınan zamanla bir ilişkisi olsun istemiyordu. Şimdi zaten 53. dakikaya girmişti ve 54. dakikada düşünülecek başka bir zaman istemiyordu, zira güneş yükseldikçe zamanın hızı zaten artmıştı.

Tam zamanında (yani 54. dakika biterken) köpürdü kahve cezvede. Cezveden yüz binlerce yıla ait zamanın kavruk kokusu yayılmıştı artık. Kahvesini fincana koydu. "Fincanın kahve yapmak için en önemli araç olduğu söylemiş miydim?" dedi, bu sefer sesli olarak. Duvarlar tekrar etti yine. Tahta masanın yanında tam pencereye karşı duran sandalyeye elinde kahvesi oturdu ve kahvesinden bir yudum içti. İçtiği yudum ile evrenin zamanı ile kendi zamanının eşleşmeye başladığına inandı. 55. dakikadaydı ve 3 saniye saymasına gerek olmamıştı. Fincanı hafifçe havaya kaldırdı. "Kahve için en önemli şey sensin. Daha önce bunu sana söyledim mi?" diye seslendi fincana gülerek. Duvarlar tekrarlarken bir "Evet, söyledin." sesi eklendi. Önce şaşkınlıkla duvarlara baktı. İnsan, tam olarak 13870 gün 2 saat ve 55 dakikasına girdiğinde delirmemeliydi. Ses tekrarladı. "Evet, 1 dakika önce söyledin." Duvarlar da tekrar etti. Arkasına döndü. Başka bir tahta sandalyeye bağlı adam patlamış dudağı, bileklerinden akan kan ve açılamayan gözleri ile oturuyordu orada. Adam, sandalyenin yanına bağlı ellerini gösterir şekilde salladı. Islık gibi çatlak bir sesle "Güzel koktu." dedi. "İnsan 13870 gün, 2 saat ve 55 dakika boyunca böyle bir koku duyunca o dakikanın hakkını vermek gerektiğini anlıyor."

Önüne döndü ve kahvesinden bir yudum daha aldı. "13870 gün, 2 saat ve 55 dakika ha." dedi arkasını dönmeden. "Evet" dedi sandalyede bağlı olan adam. "Aynen. Ve kahve güzel koktu ama sanırım içemeyeceğim."

Bir şey söylemedi. Güneşe doğru kahvesini içmeye devam etti. 56. dakika, 57. dakika, 58. dakika evrenin geçmiş tüm zamanlarını içer gibi içiyordu kahvesini. Evrenin zamanı ile uyuşamıyordu hala. Kahvesine başka bir 13870 gün 2 saat ve 58 dakika daha katılmıştı. Fincan doğru ölçmemişti, görevini yapmamıştı. Fincanı tabağıyla masaya bıraktı. 59.dakika gelmişti. Masada duran silahı ve susturucuyu aldı. Susturucuyu namluya takmak için her çevirişinde "Affedilebilir bir durum bu." diyordu içinden ama 59. dakika bitmiyordu. Zaman şimdi evrenden çok daha yavaş akıyordu onun için, zamana yeniliyordu. Birden arkasına döndü silahı doğrulttu ve tetiği çekti. Tiz bir silah sesi yankılandı duvarda. Zamanı durduran bir sessizlik çöktü ardından. Tekrar önüne döndü. 13870 gün ve 3 saat olmuştu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akreplerin İstilası - Scorpions İstanbul'da

Wishbone Ash İstanbul'daydı...

Megadeth'in İstanbul Macerası