Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın?
Zamanın bizden bağımsız bir akışı, bizi umursamayan bir sürekliliği var. Tekrar yeni çıkan albümler ve müziklere yönelmiş, tam da bugüne dair bir yazı için albüm dinlemelerine devam ederken neredeyse üst üste gelen iki ölüm haberi bana bunu düşündürdü ister istemez. Önce Abdülkardir Elçioğlu'nun (eskilerin bildiği o meşhur lakabıyla Aptülica) blog'unda 70'ler Anadolu Rock'unun belki de en önemli davulcularından biri olan Hüseyin Sultanoğlu'nun ölüm haberini gördüm. Ardından da Özkan Uğur'un ölüm haberi geldi.
Özkan Uğur'un ölümü onu sadece MFÖ ile tanıyan milyonlarca orta yaşlı için 80'lerin, kendisiyle oyuncu olarak tanıyan daha genç kuşağın ise 90'lar ve 2000'lerin başının bitişinin haberi gibiydi. Ancak, bu iki ölüm benim için sadece 80'lerin ve sonrasının ölümü değil 70'lerdeki Anadolu Rock rüzgarının da son temsilcilerinden ikisinin daha bu dünyayı terk ederek bizi yalnız bırakması demekti. Bugünün yeni çıkan o albümlerini dinlerken ve içlerinde kendimce iyi ya da kötü ayırımını yapmaya çalışırken kerteriz aldığım dönemin duvarlarının iki tuğlası daha boşluğa yuvarlanarak o duvarın bugünden bakınca daha da görülmez, daha da ufaldığını içimde ince bir sızı ile hissettim.
Özkan Uğur hakkında çok şey yazıldı, çizildi. O yüzden uzun uzun anlatmak derdinde değilim. Zira, aslında 80'ler ve 90'ları yaşayan herkesin bir şekilde hayatına dokunmuş bir insan olarak ne güzeldir ki herkesin ardından güzel andığı bir isim olarak bu dünyadan geçip gitti. Geçip giderken de sadece müzisyen olarak değil komple bir sahne sanatları insanı olduğunu bize en güzel şekliyle gösterdi. Ben gariptir ki onun müzikal zekasına MFÖ'de değil ama Sertab Erener'in bence yaptığı en sağlam albüm olan Gibi albümünde uyanmıştım. Kera'yı dinlediğimde bana o kadar zekice ve eğlenceli gelmişti ki Özkan Uğur'un MFÖ'nün bas gitaristi ve vokali olmasının ötesinde birisi olduğunu fark etmiştim. Obsesif kişiliğim kurusun oturup deşince Kurtalan Ekspres'in ilk bas gitaristi olduğunu öğrenince çok şaşırmış, diğer taraftan bu ülkede çalınmış en güzel ve en sağlam bas gitar partisyonlarından biri olan Güllerin İçinden'in girişindeki bas gitar girişinin ve yürüyüşünün köklerinin nerelere ulaştığını, aslında 80'lerde bizim sevip bağrımıza bastığımız bir çok şeyin aslında nasıl 60'ların sonu ve 70'lere dayandığının farkına varmıştım. O bas gitar sololarının altında Nazar Eyle'nin içindeki aksak ölçülü bas gitar temposu, Gülme Ha Gülme'deki her boşluğu dolduran şarkının ağır temposuna zıt bas gitarları vardı aslında. Biz daha sonra Peki Peaki Anladık'ı yazdıracak, bu ülkedeki ilk videoklibi çeken, Ayhan Sicimoğlu'lu İpucu Beşlisi zamanlarını duymuş olsak da Özkan Uğur 70'lerin o saykodelik Anadolu Rock döneminde Erkin Koray'dan Barış Manço'ya, Edip Akbayram'dan Ersen ve Dadaşlar'a o dönemin bir çok önemli müzisyeniyle çalışıp o dönemin ritm aksının da yaratıcılarından biri olmuştu.
Hüseyin Sultanoğlu ise müzik dünyasından erkenden kopsa ve ömrünün son dönemini kaptan olarak geçirse de aslında tıpkı Özkan Uğur gibi 70'lerdeki Anadolu Rock döneminin ritm dünyasını zenginleştiren ve farklılaştıran önemli bir figürdü. İlk Türk hard and heavy ve saykodelik rock şarkısı sayılabilecek Grup Bunalım'ın Taş Var Köpek Yok ve Yeter Artık 45'liğinde davulları çalan kişidir Hüseyin Sultanoğlu. Daha sonra önce Kardaşlar sonrasına ise Dervişhan ile Cem Karaca'nın isyanındaki ritm de onundur. Dadaloğlu, Kalender, Kara Yılan, Demedim Mi, Kara Üzüm, Nem Kaldı ve Tamirci Çırağı'nın arkasındaki dvaullarda o vardır. O dönemde sadece davul değil, bongo, askılı davul ,tumba, darbuka gibi aletler ile o dönem Cem Karaca şarkılarının ritm derinliğini de zenginleştirmişti.
Bu bir anma yazısı değil. Bu aslında bir hatırlama yazısı. Bugün hayıflandığımız, kızdığımız her şey o günlerde de vardı. Biz onları aşmadık. Bunu o zamana dönüp, o zamanlarda yazılmış metinleri okuyup, o dönem üretilmiş müziği dinlerken fark edebiliyoruz. O yüzden hem Özkan Uğur, hem Hüseyin Sultanoğlu'nun zamanında ürettiklerinden oluşan iki liste hazırladım. Bu listeleri hazırlarken aslında nereden nereye geldiğimizi ya da gelemediğimizi dinledim ben. Nereye gidiyorken nereye varamadığımızın, ne hayal ederken ne bulduğumuzun hikayesi aslında her iki liste de. Tabii ki diğer taraftan her iki müzisyenin de ne kadar önemli ve değerli bir miras bıraktığının da resmi. Listeleri dinlerken her ikisinin de aslında ne kadar önemli ve sevdiğiniz şarkılara can verdiğini ama o şarkıları dinlerken bu iki insanın o şarkılara can verenlerden olduğunun hiç de farkında olmadığınızı şaşkınlıkla dinleyeceksiniz büyük ihtimalle.
Her iki müzisyen de 70'lerde annelerinin kızıp, babalarının darıldığı, öğretmenlerinin ise kızdığı şarkılar yaptılar. Belki de bu yüzden Hüseyin Sultanoğlu 80'lere gelindiğinde müzikten koptu. Özkan Uğur'u ise aynı 80'lerde annesi öpüp, babası barıştı ve belki de okuldan içeri girdiğinde birden ortalık da karıştı.
Zamanı taşımak için unutmayı gerekli görür insanoğlu. Aksi halde hayatı taşıyamayacağını düşünür. Ancak, zamanın taşınması gerekiyor. Taşıyacağımız o zamanın içinde çok değerli insanlar var. Zamanları dolmadı onların. Zamandan azadeydiler, azade olarak bizim zamanımızdan ayrıldılar o kadar. Onlara huzur dilerim. Ancak zaman içinde zincirin halkaları koparken bizler gerçekten oldurabilecek miyiz sizce? Ya da oldurmak için çaba gösterebilecek miyiz onlar gibi?
Özkan Uğur'un Unutulmuş Zamanları ve MFÖ listesi için tıklayınız.
Yorumlar
Yorum Gönder