İçine Kapanma

Bu yazı 27.10.2023 tarihinde reportare.com'da yayınlanmıştır.

Bir süredir hem eski albümlerin döngüsünün dışında kalmak hem de günceli takip edebilmek için son dönemde çıkan albümleri dinlemeyi iş edindim. Yazılarımın da, sosyal medyadaki müzikle ilgili paylaşımlarımın da genel konusu bu nedenle özellikle bulunduğumuz yılda çıkan albümler ve bu albümlerden ilgimi çeken şarkılar oluyor. Dinlediğim bu albümlerin bazıları beni yeniden heyecanlandırırken çoğu ya ilgimi çekmiyor ya da beni gerçekten kötü ve kendi dünyası içinde sönümlenip hafızamdan kaybolup gidiyor. 

Tutkulu bir rock, amatör bir caz ve klasik müzik dinleyicisiyim. Aslında, kendimi tutkulu bir müzik dinleyici olarak tanımlayabilirim. Bu tutkunun dürtüklediği merakla tıpkı geçmişte olduğu gibi bugünün albümlerini dinlerken de aynı araştırmaları yapmayı da seviyorum. Çünkü, bu kazılar sırasında aslında toplumun da nasıl dönüştüğünü, nasıl köşeye sıkışıp kendi gettolarında ya da çevrelerinde sıkıştıklarını da gözlemleme şansı veriyor.

Müzik tarih boyunca var olan ve insanoğlunun sevincini, hüznünü, isyanını anlatmak için bulduğu yollardan biri. Ancak müzik 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başından itibaren insanoğlunun ilk kez toplumsal olarak bir şeyler anlatması ve bir araya gelerek ortak eylemler üretmesinin de aracı olmaya başlamış. Halk şarkılarından üretilen sendika şarkıları, marşlar aşağıdakilerin taleplerini duyurmak, bir araya gelerek talepte bulunmak için bir çağrı haline gelmiş. Mississippi deltasının genelevlerinden doğan siyah adamın müziği caz ise varlığı ile siyah adamın beyaz adamın dünyasına ilk kabulü olmuş. 

1950'lerin ortasından itibaren caz müziği kulüplerin içine ya da evlerinde eğlence arayanlar için radyoların küçük transistörleri içine hapsolmaya başlamışken bu sefer rock müzik toplumun bir araya gelip talep etmesi için bir araç olarak ortaya çıkmış. Rock müzik ise beyaz adamın aşağıdakileri ile siyah adamın aşağıdakilerini aynı yerde birleştirmiş. Sadece bununla da kalmayıp caz müziğin radyolarda başlattığı dünyaya yayılmayı sokaklara taşımış. 

60'ların başından itibaren Amerika'nın batı kıyıları, New York ve İngiltere'nin tüm liman şehirleri 2.Dünya Savaşı sonrasının bebek patlaması döneminin çocukları ile yeni bir dünya talep ederken müzik de artık sadece eğlence için değil ters giden bir şeyleri söylemek, aynı şeyleri düşünen ya da hissedenleri bir araya getirmek için bir araç haline gelirken yeni bir gençlik isyanı üretmeyi de başarmış. Mesela, Kent State Üniversitesi'nde askerlerin öğrencilere ateş açıp kampüs içinde ölümlere sebep olması sadece bir şarkı ile tüm Amerika ve Avrupa'daki üniversite öğrencilerine ulaşıp yeni protestoların ateşlenmesine sebep olmuş. Dylan ve dönemin folk müzisyenlerinin müziği ile harekete geçen gençler hükümetleri sallamış, Vietnam gibi bir savaşın durmasında en önemli rolü üstlenmiş. 

Aynı talepler ve tepkiler Atlantik'in doğu yakasında da yükselmiş. Aynı isyan neredeyse eş zamanlı olarak Avrupa'ya ve İngiliz adasına da taşınmış. Sadece şarkıların sözlerine, müziğin kendisine yansımamış bu isyan. Giyimden dile her yeri etkilemiş. İki kutuplu dünyanın tahterevalli gibi bir o yana bir bu yana kaydığı dönemlerde vicdanın sesi olarak hep varlığını hissettirmiş.

Bugün ise dünya tek kutuplu(!), global bir köye dönmüşken müzik artık bu toplumsal isyanı anlatmak ve toplumun sesi olmaktan uzaklaşıyor. Rock müziğinin doğuşundan geldiğimiz bu güne kadar geçen zaman içerisinde bu müzik bir çok türe bölünürken her bölünme ile kendi dünyası içine hapsedilmiş. Sıkıştırıldığı yerden hala "Neler oluyor" diye soranlar olsa da artık müzik onu üretenlerin kendi dünyalarındaki küçük sorunları anlatıp susmayı tercih ediyor.

Avrupa'nın göbeğinde Bosna'dan bugün Gazze'de yaşanan soykırımlara karşı sadece "Neler oluyor böyle?" minvalinde uysal isyanlar dile gelebiliyor sadece. Bunu dile getirebilenlere bile cesur gözüyle bakıyoruz. Savaşların ve mezalimin önünde duranlar, bunu dile getirenler artık mahcup bir "Neden" sorusunu sorarken bile iki kez düşünüyor gitarının tellerine vurmadan önce. Bunun yerine ya bir fantezi dünyasını anlatmayı ya da kendi bunalımlarından dem vurmayı tercih ediyorlar. 

Müziğin dijitalleştikçe özgürleşeceğini sanılırken milyonlarca üretilen şarkı aynı potada sadece iyi prodüksiyonlar ile kitlelere ulaşabiliyor. O yüzden herkes kendi küçük kitlesi içinde onları (ve hadi biraz da kendini) memnun edecek şarkıları ve sözleri üreterek köşesine çekilmeyi tercih ediyor artık. 60'lardaki savaşlara karşı yapılan her eylem için hemen sayabileceğiniz bilinen şarkıları varken Wall Street işgalinin şarkısı ne mesela?

80'lerden itibaren sokağın yeni isyanı olarak kabul edilen rap müziğinin çete savaşlarına mağlup olduğu, caz'ın sanat festivallerinde seçkinlerin elinde çevrelendiği, rock'un da kişisel bunalımların ve fantezilerin içinde kaybolduğu garip bir çağdayız. Toplumun ortak dertlerini anlatan çok az müzisyen kaldı ve bunların da çoğu artık kitlelere ulaşamıyor. Müzik yavaş yavaş toplumun kendisi gibi küçük adalara hapsolup kayboluyor.

Geçmişe göre çok daha fazla ses üretebiliyoruz artık. Gitarlarımıza bağladığımız elektronik pedallarla her şeyi yapmak mümkün. Eskiden koca bir sahneyi dolduran syntheziserların yerini cebimizde taşıdığınız bir uygulama ve bir buçuk oktavlık bir midi klavye aldı ve çok daha çeşitli sesler üretmeniz mümkün. Hatta AI ile daha fazlasını yapmayı deniyoruz. Şu dönemde dinlediğim albümlere bakıyorum da kendi kişisel bunalımları ya da teknik olarak herkesi geçme yarışı haline gelmiş çoğu. Meram anlatmak isteyen yok ya da herkesin meramı kendine kadar artık.

Bir yerlerde bir şeyleri kaybettiğimiz kesin. Ancak, müziği kaybettikçe bir araya gelebileceğimiz zeminler de kayboluyor. Kendi yankı odamızda bizim gibilerle dertleşmelerle de bu döngüden çıkış yok gibi. Ben, yine bir umut, yeni albümleri dinlemeye, sevdiklerimi sizinle paylaşmaya devam edeceğim tabii ki. O bir tutku ama kaybedileni gördükçe nerede ve ne zaman aynı dünyada bir araya gelebileceğimizi hayal edemiyorum artık. 

Her şey fazlasıyla planlı ve parçalanmış. Her yeni albümü dinlerken bunu duyuyorsunuz ister istemez. Bu nedenle, o eskilerden birilerinin bir şeyler yapacağını duyurulduğunda hepimiz dikkat kesilip bir umut bekliyoruz neler ortaya çıkacağını. Zira, hepimiz "o eski günler"in ruhu geri dönsün, birileri bizi sarsıp o günlere geri götürsün, uyandırsın istiyoruz. Peki gerçekten uyanmayı istiyor muyuz? Ya da uyanınca kaybedeceklerimizi kaybetmeye hazır mıyız? Yoksa, tatlı bir nostalji ile ouija üstüne elimizi koyup çağırdığımız ruhun bize eski günlerden hikayeler anlatmasını mı istiyoruz? 

Soruların cevapları ikircikli. Biz ikircikli oldukça da müzik kendi adasında hapsolmaya devam edecek anlaşılan. Çünkü kimse insanlığın yükünü taşımak istemez. Müzik bile.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akreplerin İstilası - Scorpions İstanbul'da

Wishbone Ash İstanbul'daydı...

Megadeth'in İstanbul Macerası